müddessir

2000’Lİ YILLARDA, PSİKİYATRİST, PSİKOLOG, PEDAGOG, KİŞİSEL GELİŞİMCİ, EĞİTİMCİ VE İLAHİYATÇILARIN KATKILARIYLA OLUŞAN MÜZAKERELERDE, KUR’AN’IN NÜZUL SIRASINA GÖRE İNCELENMESİ VE ANLAŞILMASINA YÖNELİK ÇABALARIN MÜŞTEREK ÜRÜNÜ; 24 SURE AÇIKLAMASI.

al-ma

Bismillâhirrahmânirrahîm

1.Ey örtünüp bürünen (Peygamber!)
2.Kalk da uyar.
3.Rabbini yücelt.
4.Nefsini arındır.
5.Şirkten uzak dur.
6.İyiliği, daha fazlasını bekleyerek (bir kazanç elde etmek için) yapma.
7.Rabbinin rızasına ermek için sabret.
8,9.Sûr’a üfürüldüğü zaman var ya; işte o gün çetin bir gündür.
10.Kâfirler için hiç kolay değildir.
11.Yarattığım o (Millet bozan) tek kişiyi (Hesabını görmek üzere tek) bana bırak.
12,13.Ona bol mal ve gözü önünde duran oğullar verdim.
14.Kendisine alabildiğine imkânlar sağladım.
15.Sonra da o hırsla daha da artırmamı umar.
16.Hayır, umduğu gibi olmayacak. Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı inatçıdır.
17.Ben onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.

18.Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti.
19.Kahrolası nasıl da ölçtü biçti!
20.Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti!
21.Sonra (Kur’an hakkında) derin derin düşündü.
22.Sonra yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı.
23,24.Sonra arkasını döndü ve büyüklük taslayıp şöyle dedi: “Bu, ancak nakledilegelen bir sihirdir.”
25.“Bu, ancak insan sözüdür.”
26.Ben onu “Sekar”a (cehenneme) sokacağım.
27.Sekar’ın ne olduğunu sen ne bileceksin?
28.Geride bir şey koymaz, bırakmaz.
29.Derileri kavurur.
30.Üzerinde on dokuz (görevli melek) vardır.
31.Biz, cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkâr edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü’minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, “Allah, örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi” desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır.
32,33,34,35,36,37.Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.
38.Herkes kazandığına karşılık bir rehindir.
39.Ancak ahiret mutluluğuna eren kimseler başka.
40,41,42.Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: “Sizi Sekar’a (cehenneme) ne soktu?”
43.Onlar şöyle derler: “Biz namaz kılanlardan değildik.”
44.“Yoksula yedirmezdik.”
45.“Batıla dalanlarla birlikte biz de dalardık.”
46.“Ceza gününü de yalanlıyorduk.”
47.“Nihayet ölüm bize gelip çattı.”
48.Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.
49.Böyle iken onlara ne oluyor da, öğütten yüz çeviriyorlar?
50,51.Onlar sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler.
52.Hatta onlardan her bir kişi, kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor.
53.Hayır, hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar.
54.Hayır, düşündükleri gibi değil! Şüphesiz bu (Kur’an) bir uyarıdır.
55.Artık kim dilerse ondan öğüt alır.
56.Bununla beraber, Allah dilemedikçe öğüt alamazlar. O takvaya (kendisine karşı gelmekten sakınılmaya) ehil olandır, bağışlamaya ehil olandır.

MÜDDESSİR SÜRESİ (74)

KARAKTERLER ve DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI (drmavi, 2005)

(“ESMÂÜL-HUSN”, GÜZELLİK VE İYİLİKLER KAYNAĞIDIR. HER EYLEM, “KAYNAK, AMAÇ, ARAÇ, SONUÇ” DÖRTLEMİNDE DEĞERLENDİRİLİRSE DEĞERLİDİR, DEĞER ÜRETİR. (Zulüm kötülüğü, Nifak kötülüğü konulu iki çalışma örneği, KUR’AN’DA ZALİM ve MÜNAFIK >> zalimkim >> münafıkkim Ayrıca bak esmaülhusnâ sayfası, 2023, 2024)

İKTİBAS. İniş Sırası Üzerinden KUR’AN BANA NE DİYOR? Açıklamalı Meal, Veli Tahir Erdoğan, Baskı: Mayıs 2019, s: 15

Müddessir, dışarıda palto vb. ile örtünmektir, dışa açılımdır. Müzzemmil, Ev içinde battaniye gibi şeyle örtünmektir, içe doğru açılımdır. İçe doğru derinleşmeden dışa doğru açılım olmaz. Gece Âbit olmayandan gündüz Mücahit olmaz.
GÜZEL ÖRNEK OLAMAYANLAR DAVETÇİ OLAMAZLAR.

Vahyin 1.yılında müşrikler oluşumun farkında. Peygambere mecnûn diyerek gündem belirlemek istiyorlar. Müslümanlar kendi vazifelerine odaklanıyor tuzağa düşmüyorlar.

√ Korkuyla uyarmak! قُمْ فَاَنْذِرْۙ Uyarmak, anne, öğretmen, doktor gibilerde tehdit değil, sevgi ve iyilik göstergesidir. Peygamberlerin en büyük tehlike olan cehenneme karşı uyarmaları da böyledir.

√ HİCRET. Birincisi: İdeal olanı hadise göre, Allah’ın yasaklarını terktir. İkincisi: 13 yıllık Mekke’de şekillenen Müslümanların ideallerini yaşamak için Medineye hicretidir. Üçüncüsü: İdeallerini Medine’den bütün dünyaya yayıyorlar. 23 yılda 30, (Tesbit edilemeyenlerle 100) bin civarında Sahabeye ulaşıyorlar. (V.T.Erdoğan meali, s:12)

Müddessir süresinin, mümkünse hemen ve öncelikle, değilse sonra, en azından bir mealden okunması yararlı olacaktır.

Bu sürede iki farklı insan karakterinin tahlil edildiğini düşünebiliriz.

Birincisi, Peygamberimizin şahsında, Peygamber görevini meslek edinen kişiler ele alınıyor. 1-7. ayetlerde Allah’ı anlatmayı hayat felsefesi haline getiren insanların uyması gereken kurallar vurgulanıyor.

İkincisi, 11-25 ayetler arasında ise kötü bir sembol ve örnek olarak “Tek Adam” ın inkarcı psikolojik haritası, kişilik model portresinin hususiyetleri etraflı bir şekilde çiziliyor.

11-16. Ayetlerde, tek kendisine çok mal evlat nüfûs, yetkiler imkanlar nimetler sağlanan o tek kişinin, hırs ve tama’la daha fazlasını istemesine dikkat çekilerek, onun umduğunu bulamayacağına işaret ediliyor ve hakikatlere karşı inatçı “O tek kişiyi tek benle başbaşa bırak!” (Hesabı bana ait Ra’d/40) deniyor.

17-25. Ayetlerde, o tek kişinin önüne, sarp dik aşılmaz bir yokuş ve engel çıkarılacağı vurgulanırken, gerekçe olarak o kişinin, (onca nimete nankörlük ederek malda hırs göstermesinin ve hakikata karşı inadının yanında) hakikatleri ters yüz eden düşüncelerine, adil olmaktan uzak yanlış ölçüp biçmesine, negatif beden diline, hakikatten uzak tutarsız ve zarar üreten kararlar vermesine, kibir ve büyüklük taslamasına, sonucunda ilâhî beyana, sıradan insan sözü muamelesi yaparak karşı çıkmasına dikkat çekiliyor. 

1) Oturarak Allah anlatılmaz.

Hemen kalkmalı ve zamanı boşa harcamadan sağa sola koşturmalı, bu iş için gereken her görev, zamana ve koşullara en uygun şekilde yerine getirilmelidir.

Bir başka ayette oturanlarla, kalkıp Allah’ın ismini cümle alemde duyurma adına canları ve mallarıyla hizmet edenlerin bir olmayacağı, koşturanların derecelerinin yüksek olacağı belirtilir; لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ (Nisa/95).

2) Temel amaç, insanları uyarma ve Rabbin adını yüceltme olmalıdır.

Burada, müjde yerine uyarı denmesi, uslûp olarak insanlara olumsuzluklarının yüzlerine vurulması, akıbetlerinin kötü olacağının vurgulanması anlamına gelmez.

Çünkü Rabbinin adını yücelt denmesi, olumlu ve güzel anlatım şekilleriyle ahlakın ve davranışlarınla Rabbini sevdirmeye bak demektir .

Müşriklerin zulümleri karşısında gerekli şiddetli uyarı ve tehdit zaten Ayetlerle yapılacaktır ve yapılmıştır da!..

3) Sadece Rabbimiz anlatılmalı, başka hiçbir gaye güdülmemelidir.

Cümlede “Senin Rabbin” kelimesi önce zikredilmiştir. Bu sadece Rabbini anlat demektir. Yani kendini aşmalı, unutmalı onu anlatmalı, başka amaca değil, sadece rabbine ve onu insanlara ulaştırma hizmetine odaklanmalı, kilitlenmeli ve karşılığında hiçbir ücret beklememelisin, tebliğden başka hesaplara girmemelisin. (فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ Hesap insanı değil belağ insanı olmak var! Ra’d/40)

Bunun diğer adı ihlas hasbîlik ve samimiyettir. فَمَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۙ Bütün peygamberler, anlattıkları hakikatlere karşı hiçbir ücret istemediklerini, çekinceleri olmadığı gibi beklentiye de girmediklerini, onu Allah’tan beklediklerini israrla söylemişlerdir (10/72; 11/29,51; 26/ 109, 127,145, 164,180; 34/47)

Allah’ın gönüllere sevdirilmesi, O’nun isminin, kalp samimiyetiyle tam temsîlle ve kapsamlı bir Allah kültürünün verilmesiyle yüceltilmesi şeklinde olur.

Günümüzde bu misyonu mükemmel şekilde üstlenen Kur’an tefsiri eserler sayesinde, şimdiye kadar Rabbimiz hakkında düşünemediğimiz güzellikleri öğrenebiliriz.

Şu Peygamber sözü de bizi teşvik etmelidir: “Allah’ı gönüllere sevdirin ki O’da sizi sevsin ve sevdirsin!”.

Mesela canı sıkılan, bir insanın, eğer inanç ve bilgi altyapısı ve koruyucu bir çevresi yoksa her an günahlara girmesi, bazı psikolojik rahatsızlıklara düşmesi mümkündür. Oysa bilincinde ve gönlünde Allah’ın güzel isimlerine ve muhtevasına yüce bir yer vermişse, sıkıntılı her anında Allah’ın “Kabıd” (kalbi sıkan, sınayan, arındıran, pişiren) ismi aklına gelecek, onun güzel ismine mazhar olduğunu düşünerek ve şeref duyarak tebessüm edecektir.

Kaldı ki, Allah’ın “Basıt” (kalbi ferahlatan) ismi çok geçmeden imdadına yetişecek içi ferahlayacak ve yüzü şükür tebessümleriyle desenlenecektir.

Bu konu özellikle çocuk eğitiminde gerekli olabilir. Herkes gibi o minik kalp ve beynin de Yaratıcısı hakkında, bilgilenme ihtiyacı vardır.

Ve hep çocukluğumuzda duyduğumuz “Allah taş yapar”, “Allah yakar” iletileriyle maalesef körpe dimağlara yanlış yaratıcı imajı verilmektedir.

Allah taş yapmıştır ama o Lut kavmineydi. Allah yakar da fakat zulmün tepesindeki inkar edenler için bir kuraldır bu. Ebû Lehep ve benzerleri için söz konusudur bu.

Biz çocuğa, neye dayanarak yanacaksın, taş olacaksın diyebiliriz ki! Bu olsa olsa bir duygu katliamı olabilir. İyi niyetle de korkutulmuş olsa!..

Rabbimizi çocuklarımıza sevdirmek için, elinize bir çiçek alabilirsiniz. “Kızım bak! Bu çiçek de, senin bu çiçeğe baktığın gibi, Güzel Rabbimize bir bakmış, böyle güzel bir şekil ve renk almış!”

Sonra başka bir çiçek alın elinize ve kardeşine dönerek: “Oğlum bak! Bu çiçek de aynı şekilde, Rabbimizin güzelliğine bir bakmış, o da bambaşka bir güzellik kapmış!”

Sonra da dönüp, şöyle deyin: “Yavrularım biz de Güzel Rabbimizin çiçekleri gibiyiz, bize Rahmetiyle, Şefkatiyle, Muhabbetiyle bir bakmış, böyle ayrı ayrı güzellikte insanlar yapmış!”

Kimbilir belki bir hayat boyu yavrularınız, her çiçek ve insan gördüğünde, Allah”ın güzelliğini, her Allah dendiğinde de çiçeklerin ve insanların güzelliğini hatırlayacaklardır.

4) çift boyutlu mükemmel bir temizliğe sahip olunmalıdır.

a) Dış-beden (maddi) temizliği:

Ayet, elbiseni temiz tut diyor. Ve sadece namazda temiz olsun diye bir kayıt da yok. Biz bunu, temizlik her an üzerinde taşıdığın elbisen gibi hep seninle beraber olsun şeklinde anlayabiliriz.

Çünkü Peygamber ve onun irşad görevini takip eden her insan, her an Kuddûs (Her an hücreden gezegenlere kadar her yaptığı temiz) olan Allah’ın isimlerine tercüman olma ve onu temsil etme durumundadır.

Başka bir ayette:” secde ettiğiniz here yerde ve her mescidde, zinetlerinizle olun” (7/31 Yani tertemiz elbisenizle, güzel görünen dış yapınızla bulunun) denmektedir.

Yeryüzünün bir mescid olarak görüldüğünü de düşünürsek, hem elbiselerimizin, hem de tüm yeryüzünün her yerinde her an secde edebilecekmiş gibi tertemiz tutulması ve buna uygun olduğundan endişesiz namaza durulması gerektiği mesajını anlayabiliriz.

Beden ve elbisenin, ev, işyeri ve topyekün çevrenin temiz veya kirli oluşu, insanın psikolojik yapısında, kuşkusuz bir kısım etkiler meydana getirmektedir.

İç neyse dışa o yansır. Dış neyse iç ona zamanla uyar.

Bilinen bir sözdür; insan kıyafetiyle karşılanır, fikirleriyle ağırlanır, davranışlarıyla uğurlanır. Ve ilk tanışma anı, ilk yoğun merak ve ilgi sebebiyle orijinal olduğundan hafızalarda yer etmekte, sonraki görüşmeler için bir yatırım ve referans sayılmaktadır.

Eğer Allah’ın tanınmasına ve hatırlanmasına biz ve elbisemiz vesile olacaksak, namaz öncesi abdestin ibadet sayılması gibi, güzel iletişim öncesi temiz elbise ile görünmek de hayırlı amaçtan dolayı çok hayırlı bir davranış biçimi olacaktır.

b) İç-kalp (manevi) temizliği:

Tefsirler elbise kelimesinin manevi anlamıyla da alınabileceğine, kalbini ve ahlakını temiz tut nefsini temizle gibi manaların da anlaşılabileceğine işaret ederler (Yazır,c:8, s:417)

Bundan başka duygu ve düşünce dünyasını ilgilendirecek üç konu dikkat çekmektedir.

İlki, Bu ayette geçen, elbisen gibi iç dünyanı da temiz tut, günah kirlerinden uzak kal ifadesidir.

Diğeri, önceden geçen, “Sadece Rabbini anlat!” ifadesinde vurgulanan ihlas ve samimiyettir ki, nefsine ait düşüncelerden kalbini ve zihnini niyetinle temiz tut demektir.

Üçüncüsü de, 6’ ıncı ayette belirtilir:” Yaptıklarını çok görüp başa kakma!.. Kalbinde yaptıklarınla gurura kapılma, kendini beğenme ve kendini ucb içinde hatırlama gibi duygulardan temiz ol ve bunun bir tezahürü olarak yaptığın iyilikler sebebiyle kendini beğenme, kimseyi minnet altına bırakıp da rencide etme demektir.

Dış kirler bedene ve elbiseye zarar verdiği, insanlar arası iletişimi zedelediği gibi, iç kirler de hem insanlarla hem de Allah ile olan ilişkileri zedelemektedir. Allah’ın ve insanların hoşnut olmadığı bir konuda, insanın kendi duygu ve düşüncesi açısından huzurlu olması herhalde düşünülemez.

Karşımızda üç iletişim alanı vardır. İnsanın kendisiyle, insanın insanlarla, insanın Allah ile olan iletişimi.

Üçünde de maddi manevi temizlik önemli rol oynamaktadır. İnsanlara Allah’ı sevdirme gibi yüce bir amaca ulaşmak için insan, iç-dış bütünlüğü içinde, hem dış görüntüsünü hem de vicdan, kalp, bilinç, bilinçaltı ve nefisten oluşan iç görüntüsünü temizlemek, temiz tutmak durumundadır.

5) Rabbimiz adına her şeye karşı sabırlı sabit-kadem olunmalıdır

Her peygamber, milleti tarafından çok ciddi tepki görmüştür. Bu sosyolojik tarihi bir kural olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hem fiziksel hem psikolojik baskı gören her Peygamber, görevini büyük sabırla ve kararlılıkla yürütmüştür.

Allah’ı insanlara sevdirme gibi kutsal Peygamber mesleğini seçen her insanın da başına bazı sıkıntıların gelmesi kaçınılmazdır. Yerinde alay edilecek, hakaret görecek, yerinde hak mahrumiyeti verilecek, hapsedilecek, bazen dövülecek, işkence görecek bazen de sürülebilecektir.

Bunların dışında, çeşitli insanlarla muhatap olacak, anlattıkları hemen kabul edilmeyecek, bir ağaç yetiştirme hassasiyetiyle aylarca belki senelerce, aynı insanlarla ilgilenmek ve ilişkilerini düzeyli tutmak zorunda kalacaktır.

Bütün bu güçlüklerin üstesinden gelebilmek için sadece Allah rızasını perspektifine koyarak, acı yudumlayacak, hem dosttan hem de düşmandan gelenlere katlanacaktır.

KÖTÜ KARAKTERLERİ OLAN TEK ADAM!

Peygamberimize bu sabrın tavsiye edilmesinin bir sebebi de, portresini tasvir etmeye, psikolojisini belirlemeye çalışacağımız Velid b. Mugire’dir ki, “Tek” başına bir toplum etkisi yapan ağırlığı, ölçüsüz ve dengesiz bir karakter yapısı ve kişilik bozukluğu olan biridir.

(Nisan 2022. “Muhammed’e inanmayın!” diyen Ebû Leheb’e, Kur’an uslûbuyla “Elleri kurusun!” denmesi, elindeki güç ve serveti kötülükte kullanmaktan kurtulması için “ıslahçı” davranılması, bataklığı kurutma verimli hale dönüştürme çabasıdır. İnkar şirk günah üreten vasat düzeltilmeli ta ki Ebû Lehepleri üretmesin!

Alak (Ebû Cehil), Kalem (Velid bin Mugîre), Müzzemmil (Firavun), Müddessir (Velid bin Mugîre) gibi, Tebbet’le Ebû Lehep, cahiliyenin mimarı ve beyin takımını tasvirle, somut örnekler üzerinden küfür ve şirkin çirkin yüzü ortaya konuyor. V.T.Erdoğan meali, s:23)

8-10 ayetlerde kıyamet hatırlatılarak, iyilere ümit ve sabır verilirken kötüler için kötü bir gün olacağı uyarısı yapılır.

11-16 ayetler arasında ise kötü bir sembol ve örnek olarak “Tek Adam” ın, evladına, topluca edindikleri mala mülke servete ve mal ve servet toplamadaki israrlı davranmasına karşı, hesabının Allah tarafından görüleceğine vurgu yapılmaktadır.

17-25. Ayetlerde ise, inkarcı psikolojik haritası, karakter ve kişilik model portresi etraflı bir şekilde çizilen o kişinin, kendi fıtratını değiştirmesine, Kur’an hakikatlerini ters yüz etmesine, toplum düzenini bozarak hayatı zorlaştırmasına karşı, kendisine de büyük engel çıkarılacağına dikkat çekiliyor.

O şahsın tek olması farklı şekillerde anlaşılmıştır: Tek olan Allah onu yarattı, herkes gibi o da ana rahminde tek başına yaratıldı, anne babası belirsiz olduğu için tekti gibi…(Yazır,c:8,s:419).

Tek başına onun Mekke ve Mekkeliler anlamına gelebileceği de düşünülebilir.

(Ekleme ocak 2022. Kötü karakterleri tek başına kendinde topladığı ve kötülerin amaç ve hedeflerini sembolik olarak temsil ettiği de değerlendirilebilir. Hz.İbrahim tek başına dinlerin milletlerin Nebisi, “Millet” himmetli,  bir eş bir çocuk bir Beyt ile çölde millet yeşerten bitiren ve dinlerin ortak büyük dedesi olarak tanımlanır. Bunun zıt kutbunda Firavun Nemrut, Ebû Cehil Velid b. Mugire ve ibn-i selûl gibi millet çürütenler bozanlar tüketenler kesimleri bitirenler vardır. Ocak 2022)

Sahip olduğu otorite, servet, evlat-nüfuz gücü ve Peygamberimizin aleyhinde fitne ve fesat fikirler üretenlerin içinde baş gibi olması, son sözü belirleyen tek kişi olması, daima ona kulak verilmesi, orijinal fikirlerinin çevresi tarafından hüsnü kabulle itaat görmesi de aslında bunu göstermektedir.

Bu yönüyle bu tekliğiyle o, o çevrenin, o çevrelerdeki çokluğun, o çoğunluğun temsîlî prototipi, rol modeli gibidir. Bu sebeple kitlelerin peşinden sürüklenmesi yadırganmaz!

Ayetlerden anlaşıldığına göre bu kişinin, büyük otoritesi, zengin bilgisi, geniş serveti, çok evladı ve nüfuzu vardı. Her insanda bir arada bulunması oldukça zor olan bu dünyevi nitelikleri onu, yine ayetlere göre; şımartmış, azgınlaştırmış ve inkarcılığa sevk etmiş, bunun sonucu olarak da dört temel duygu, düşünce ve davranış bozukluğu sergilemiştir.

Dört temel duygu, düşünce ve davranış bozukluğu

1-inatçılık:

O kişi, ayetlere karşı bir inatçı kesilmişti. İnanmamakta direniyor ve Allah sözü olduğunu kabule yanaşmıyordu.

Aslında bu duygunun doğasında ciddiyet, azim, sebat, kararlılık, israr, hedefe kilitlenmişlik gibi anlamlı vasıflar bulunmaktadır. Ancak bunlar hak, doğruluk başarı ve insana hizmet adına değerlendirilirse güzel, anlamlı ve yararlı olurdu.

O kişi ise bu duyguyu ayetleri inkarda, sahip olduğu her şeyi kötülükte kullanma yolunda değerlendirmişti. Bir kısır döngü gibi, inkar inadı, inat da inkarı doğurup duruyordu. İnatçılık, benlikten vazgeçip Allah’a bir abd olmakla kırılabilir ve yönü hakka ve hayra çevrilebilirdi.

2-Dünyalık hırsı: (Bak tekasür suresi)

O kişi, sahip olduğu bunca dünyalığa rağmen güç adına daha fazla olmasını arzu ediyordu.

İnkarcılık hırsın anası gibidir, onu körükler. Çünkü sahip olduğu ve olacağı her şey sadece dünya hayatı içindir. Kendisi için başka bir hayat düşünmediğinden ve bir beklentisi olmadığından, bu hayatında olabilecek her şeye limitsiz sahip olmak için inat ve israrla üstüne gider. Hadisin ifadesiyle, bir vadi dolusu altını olsa, (Karun gibi) daha yok mu der! Aynı şekilde inkarla hırs da birbirinin tetikleyicisidir.

Oysa dini kültürümüzde dengeli ve ölçülü bakış şudur: Dünya kesben değil, kalben terk edilmeli ve miktarınca paylaşılmalıdır.

İnsan, dünya malına dalıp kendini, rabbisini ve ibadet, iyilik ve hizmet gibi görevlerini unutmamalı. Dünya malının emanet olduğu bilinmeli, milletler arasında en zengin millet haline gelmeli, bu zenginlikleri insanların dünya huzuru ve ebedi saadetlerini kazanmaları için Hakk yolunda kullanmasını da bilmeli.

DÜNYANIN ÜÇ YÜZÜ olduğunu bilmek, duygu, düşünce ve davranışlarımıza dengeli ve ölçülü yaklaşım biçimi kazandırabilir.

Dünyanın birinci yüzü günahlara ve nefis tatminine bakan ballı zehir yönüdür, bu yönüyle dünya sevilmemelidir.

İkinci yönü, Allah’a ayna olması yönüdür. Bu yönüyle dünya Allah’ın güzel isimlerinin yansımaları olan sanat eserlerinin teşhir edildiği bir sergi sarayı gibidir ki bu yönüyle ne kadar sevilse azdır. Ve bunu tefekkür tezekkür tedebbür bir ibadettir.

Üçüncüsü de dünyanın ahiretin tarlası olması yönüdür. İbadetlerle, iyiliklerle, hakka hizmetlerle bu tarlada ektiklerimizi öbür alemde biçeceğimizi düşünmelidir. Bu yüz de alabildiğine sevilmesi ve fevt etmeden azami tasarruf ilkesiyle değerlendirilmesi gereken bir yüzdür.

Yüzümüzü dünyanın son iki yüzüne çevirmek, ilk yüzünü de aynı renge boyamak, ahirette yüzümüzün de nurlu hale gelmesini netice verecektir.

3-Kibir, büyüklük taslama: (Bak şeytanvesvese sayfası)

O kişi, Peygamberin bütün güzel vasıflarına rağmen kibrinden doğruyu itirafa yanaşmadı. Şeytanın isyanında ve tarih boyu Peygamberlerin karşısına dikilen insanlardaki inkar ve isyanın temelinde hep bu ortak duygunun bulunduğunu görüyoruz.

Allah’a iman ve secdeden, müminlere karşı da tevazudan sonra, isim ve mahiyet değişikliği ile onur ve izzet diyebileceğimiz bu duygu da aslında masum hatta bazen gerekli bir duygudur

Ama inkar, içine girdiği her duygu ve düşüncenin kimyasını değiştirdiği, ölçü ve dengesini bozduğu gibi, bu yüce duyguyu da tahrif etmiş, karşımıza kibir olarak çıkarmıştır.

İnkar çekirdeği önce kibir meyvasını verir. Ya da her kibir, bünyesinde bir inkar ve isyan tohumu çimlendirir. Kibirden kurtulmanın esas yolu, dik başı secdeye koymak, kul olduğunu itiraf etmek, enaniyet aysbergini Rahmet denizinde eritmektir.

Maküsen mütenasip bir ölçü: Yüce görünmeye çalışan alçalır, tevazu ile eğilen yücelir.

4-Fikir ve Muhakeme çarpıklığı ve duygu-düşünce çatışması:

Kur’an’ın üzerinde hassasiyetle durduğu, tekrar tekrar çarpıcı biçimde vurguladığı bir konudur. O tek kişi, en çok fikir yürütme ve karar verme aşamasında çok zorlanmıştır. Ayet öncelikle ön yargısız, tarafsız biçimde durumu rapor eder:

”O kişi düşündü ve ölçüp biçti!”.

Ayetlerde bir karakter tasviri yapılmaktadır. Velid b.Mugire, ileri gelenler tarafından Peygamberimiz hakkında kullandıkları yakıştırma sözleri zihninde bir bir tartar, enine boyuna ölçer, derin düşünür ve kâhin, mecnun, yalancı gibi kavram teorilerinin hiç birinin, hem Peygamberimize hem de Kur’an’a uygun düşmediğini anlar.

Bu akıl ve mantığın, objektif olacağı, tarafsızca karar vereceği beklentisi boşa çıkınca yani tekrar düşünüp taşınmaya başlayınca bu durumunu ayet ilginç biçimde vurgulayarak değerlendirmemize şöyle sunar:

“Kahrolası nasıl da haksızca ölçüp biçti!..”. 

Yani yine muhakemesine ihanet etti, fıtratını kendini inkar etti,  doğruyu söylemeye dili varmadı.

Ardından üçüncü kez düşünmeye başladı… Bu aşamalarda müthiş bir duygu ile düşüncenin, şeytan destekli nefis ile mantık destekli bilincin çatışması hissedilmektedir.

O kişi bir taraftan Peygamberi bir çırpıda silip atmak istemektedir ki bu enaniyetinin talebidir. Diğer taraftan da kamu oyuna oyunla onaylatabileceği bir slogan aramaktadır. Bu da mantığının seslenişidir.

İki kutup arasında gel-git yaşayan tek adam, üçüncü kez de bu duygu ve düşünce labirentine dalınca, ayet benzer ifadeyi kullandı:

“Yine kahrolası nasıl da çarpıtarak ölçtü biçti”.

Kur’an bu noktada, inkarcının yüz tasvirini bir ayna gibi öylesine yansıtmaktadır ki, hayalimizde canlandırdığımız o yüze bakarak, ruhundan yansıyan olumsuz anlamları, kare kare rahatlıkla okuyabilmekteyiz: “Sonra baktı…Sonra kaşlarını çattı…surat astı inat etti. Sonra arkasını döndü… kibirlendi…

Kimbilir kaç kez aklın objektifliği adına dilinin ucuna kadar gelip giden:”Bu doğru bir adam!” cümlesini, egosuyla geriye itiverdi ve sonunda şöyle deyiverdi: Bu, başkasından öğrenilmiş bir sihirdir, bu kitap da insan sözüdür!”. Peygambere “Büyülü adam!” yakıştırmasında bulundu. (17/47)

Hakikatın gün gibi ortada olmasına rağmen, böyle bir diyalektik ve çarpık muhakemenin sonucu olarak, sihir iftirası gündeme gelmişti.

Peygamberimize şair demişlerdi zira kamu oyu şiiri biliyordu. Fakat bu sözler kendi şiirlerine benzemiyordu. Söyleyene yüklendiler hedef saptırdılar. O Muciz Kelamın üstesinden gelemeyeceklerini anladılar. Kendilerince psikolojik hedef değiştirecek, kalem suresinde anlatıldığı gibi, ilgiyi söyleyene çevirerek  kahinliğe, mecnunluğa-deliliğe, psikolojik hastalığa bağlayacaklar, mucizeleri gibi sözlerini de sihirbazlıkla ilişkilendireceklerdi. (Kamer/1-4, Tur/29, İsra/47))

26-29 arası ayetlerde güneş gibi parlak olan hakikata karşı, işlenen bu cinayetin büyüklüğüne denk gelecek şekilde “SAKAR” cehennemi ve özelliği anlatılır.

Cehennemin ilginç bir özelliği vardır. Tıpkı o muhakeme dengesizi insan gibi davranır. Adeta ceza, amelin cinsine suçun ağırlığına göre olur kaziyyesini anlatmayı istemektedir.

Düşünen fakat bir türlü karar veremeyen, o kararsız tek adam gibi, cehennem de vücudunu yok edip etmemekte adeta kararsızlık gösterir.

Ayetin belirttiği gibi: yakar bitirir, fakat yok etmez, tekrar yakar, yine bitirir ama yine yok etmez, böyle ateş denizi gibi dalgalanır durur (güneş patlamaları gibi) hep yenilenir ve (atom bombası radyoaktif etkisi gibi) derisini daima kavurur durur…

Burada “Cürme göre ceza, Adamına göre cehennem!” gibi bir durum söz konusudur.

30-31 ayetlerde, o cehennemde görevli on dokuz meleğin olduğu, cehennemde görevli meleklerin sayısını Allah’ın bileceği, bunun kalbi hasta olan ve inkarcılar için bir imtihan vesilesi olduğu anlatılır.

Bu konuda bir ilim geliştirilecekse bu bilginin ehl-i kitap dünyasından gelebileceği, müminlerin imanını arttıracağı gibi bir uyarılar yapılır. Allah bilir, Kur’an’ın güncel olarak sık sık işlenen matematik mucize yönü, inkarcılara karşı bir delil olarak kullanılması da uygun değildir, matematiğe dini yakıştıramayan kimi ruhlar tepki gösterecek anında ret edebileceklerdir. Zira evet maddenin matematiği vardır ama nefsin avukatı şeytanın attığı adımları atanların hiç bir ölçüsü dengesi sınırı hele vicdanı yoktur.

Ehli Kitap ki bugün bilgi üretme merkezlerinin yoğun olarak ellerinde bulunduğu dünyalardır; bilgi babalarına bilgi çömezleri olarak ders vermek de gerçekçi olmayacaktır. Muhtemelen bu tarz konularla ilgili yeni bulgular, bilgi dünyasının otoriteleri tarafından belirlendikçe bir başka anlam ifade etmiş olacaktır. Allah ayetlerini farklı ellerle ve dillerle de insanlığa gösterebilir. (EKLEME: Bu yazıdan on yıl kadar sonra ortaya çıkarılan “Higs bozonu” çok maddeciyi sükut ettirmiştir. Ne var ki İblis inkarcılığını hatırlarsak kıyamet öncesi inanç çağından sonra bir inkar çağı da yaşanabilecektir, Allahü a’lem! Kuranın konuştuğu gibi görecekler ta ki tercihlerine gerekçe bulamasın, itiraz edemesinler!)

Kur’an’ı araştırıp rakamlara boğulan, rakamlar içinde kalıp manalara ve o manaların hayata yansımasına yabancı kalan, bu yolda aksiyon kazanmaya uzak duran insanlara ciddi bir uyarı yapılmakta olduğu da düşünülebilir. Bir tabloyu incelerken, çerçeveye takılıp kalmamalı, resmin kendisine, tabi ki Sani’ine yönelmelidir;  Ne güzel resim! Kim yapmış?

Kur’an, sadece masa başı araştırmalarına, akademik yorumlara, bilimsel bakışlara, sansasyonal entel aktüel ve de magazinsel açıklama ve tartışmalara da yobazca yorumlara da sıradan cahilce avam anlayışlarına da mahkum edilmemelidir.

Aç şu sineni her insana açabildiğin kadar!
Kur’an kendisini kendisine sine açana açar!

32-39 ayetlerde, zamanın akıcılığı karşısında insanın öğüt almasına, cehennem gibi bir akıbetin insanları beklemesi sebebiyle kişisel sorumluluğunu hissetmesine dikkat çekilmektedir. “Her nefis kendi kazandığı karşılığında bir rehindir’ ifadesi bireysel mesuliyet şuurunu bize öğretmektedir.

Peygamberimiz bu yaklaşımı kendi kızına ve yakınlarına karşı göstermiş, İnsanın kendisini bu rehin durumundan kurtarması için Allah’a yönelmesi gereğine işaret etmiştir.

İnsanın mutluluğunu da felaketini de bu kazancı belirler. Allah’a karşı çok borçludur insan. Allah’tan aldığını hep karşılıksız almış dağlar kadar borçlanmıştır. Allah’ın ellerine rehin düşmüştür. Kazanacağı şeylerle Allah’a olan borcunu ödeyecek ve kendini rehin olmaktan kurtaracaktır. Üstelik bir ticaret yapacak, ayette belirtildiği gibi cennet karşılığında nefsini sahibine geri verecektir. Bunun yolu imanla ibadet, sabırla hizmet ve salih fiillerdir. (Baknz. Asr suresi)

Başka bir ayet, konuyu farklı ama çok hoş bir açıdan nazarımıza vermektedir.

“Allah canlarınızı ve mallarınızı cennet karşılığında sizden satın almak istiyor” (9/111).

Şu kâr içinde kâr, büyük alışverişi görüyor musunuz? Kısacık hayatta, saadet dolu iman ve ibadetli bir hayat yaşayacak, huzur veren salih ameller yapacaksınız, dünyada ruh sağlığı içinde yaşadığınız gibi, sonsuz cenneti de kazanacaksınız!..

Böyle yapınca acaba, geçmişte Allah’ın peşin ve karşılıksız verdiği onca nimetlerin borcunu mu ödemiş oluyorsunuz, gelecekte vereceği sınırsız nimetlerin karşılığını mı vermiş sayılıyorsunuz?.. Demek ki insan kendini Allah’ın ellerinde rehin kalmaktan kurtarmış olmakla kalmıyor, aslında kendini cennete peyliyor! İnsan kendini kendi cennetine yatırım yapıyor. Hem de sıfır katılım, kendine ait olmayan varlık sermayesiyle!

Özellikle “Tezkira-öğüt” kavramı surenin sonuna kadar sürekli hatırlatılmaktadır. Bu, surelerde sık sık başvurulan cehennem tasvirlerine ve tehditlere karşı temel bir gerekçe olarak algılanabilir. Ayetlerdeki israrlı ve tehditkâr uyarıları hep bu “Rehin kurtarma operasyonu” na yönelik bir teşvik olarak yorumlanmalıdır.

40.ayetten sonra cennetliklerin, kötülükte Tek’leşen adam gibi cehenneme girenlere sebep sorması ve onların açıklamaları konu edilir: “Sizi bu ateşe sokan sebep nedir?” şeklindeki soruya, itiraf ve akıbetlerini kabullenme adına verdikleri cevap şu olmuştur:

– Biz namaz kılmazdık,
– Yoksulu doyurmazdık,
– Batıla ve günahlara dalanlarla birlikte dalardık,
– Ahiret gününü yalanlardık…

Ve diğer özelliklerini de Kur’an ilave eder:

Eşeklerin aslandan kaçması gibi mazeretsiz sürekli Hak’ dan yüz çevirmeleri, en büyük “Hatırlatma!” ve “Uyarma!” olan Kur’an’a kulak tıkamaları…Üstelik ukalalık yapıp, bize de gökten kitap gelsin demeleri!..Ölüm sonrasında başlarına gelecek olanlardan korkmamaları…

54-56.ayetler ise son kez Kur’an öğüdüne davetle süreyi sona erdirmekte “Dileyen düşünsün!” şeklinde şahsî sorumluluk bir kez daha hatırlatılmakta ümide kapı aralanmaktadır. Buna rağmen hala öğüt almamakta direnenler için Allah’ın meşîet-dileme kapıları kapanmıştır. İnsan kendi sonunu kendi hazırlamıştır.

Son bir Ümit mesajı ile sure son bulur: Allah, korkulmaya himayesine girilmeye ve ardından mağfiret ve bağış beklenmeye en layık olandır.

BENLİK YAPISI, KİMLİK VE KİŞİLİK OLUŞUMU VE DAVRANIŞ SÜREÇLERİ

Ayetlere bütünlük içinde baktığımızda şu üç psikolojik yaklaşım ile önemli bir eğitim ve iletişim gerçeğinin işlendiğinin farkına da varabiliriz:

Davranıştan duygu ve düşünceye, duygu ve düşünceden; kişilik, kimlik ve benliğe ulaşmak…

Ya da Benlikten yola çıkarak, kimlik ve kişilik oluşturup, duygu ve düşüncelere, ardından da davranışlara varmak!..

1-Şahısların ve isimlerin değil, davranışların rapor edilmesi ve üzerinde durulması. Ayetler, o “Tek Adam” ı ön plana çıkararak davranışlarını, inceliklerine de basa basa işaret ederek anlatır. Detaylı harita çıkarır gibi, beden dili olarak yüzün anlatılması, duygu ve düşüncelerin okunması adına önemli ip uçları vermektedir.

2-Davranışların temelindeki duygu ve düşünce sebeplerine inilmesi ve irdelenmesi. Sonra ayetler, temelde yatan iki önemli esas duygu ve düşünceye dikkat çeker: Dünyalıklara karşı sınırsız arzu duyma ve dünya görüşüne, hayat tarzına, önyargı ve kabullere uymayan her oluşuma fikren ve fiilen karşı koyma…

3-Psikolojik benlik, kimlik ve kişilik yapısının tesbit edilmesi.                              

Şu nihaî sonuca ulaşılır:

Egoist kibirli benlik, inkarcı inatçı kinci kimlik ve hayır ve iyilik bilmez servetçi kişilik.

Bu son yaklaşımdan hareketle konuyu şöyle sıralayarak açabiliriz:

Benlik sadece kendisini ele alır, kendinden başka her otoriter gücü reddeder ve bu ondaki benliğin, inkarcı bir kimliğe dönüşmesine ve bürünmesine yol açar.

Benliğindeki bu inkarcılık kimliğini aklı, kalbi ve ruhuyla onayladığı an da onda artık yerleşik hale gelmiş, fıtratlaşmış, kemikleşmiş kararlı ve inatçı bir kişilik oluşmuş demektir.

Bu mühürlenmişlik aşamasına gelmiş insanın iç dünyasına ulaşmak, onu çözmek adeta imkansız hale gelmiş sayılabilir.

Benliğe mal olmuş bir psikolojik kimliği sahiplenmiş ve bunu duygu ve düşünce onaylı kişilik olarak benimsemiş olan bir insanın, ruhsal rahatsızlıklarından sıyrılması da bir o kadar zor sayılabilir.

Her iki durumda da, dışarıdan yapılan her müdahale, benlikte kemik kimlik haline gelmiş kişilik için bir tehlike kabul edilecek, bu kişilikle bütünleşmiş olan, dünyalıklara alışkanlıklara ve yaşam şekline karşı yapılan bir tecavüz olarak değerlendirilecektir.

Her duygu ve düşünce, benlik ile davranış arasında hayat bulur. “Neden böyle davrandın?” diye sorulunca, “Ben öyle istedim!” denmesi en doğal cevap şekli olabilmektedir.

Duygu ve düşüncelerle oluşan her davranış, gerçek enerjisini ve amacını kişilik, kimlik ve benliğinden elde eder. Duygu ve düşünceler, davranışlar için sadece isim babaları konumundadır. Gerçek biyolojik ve psikolojik ana kaynak bunlar olmaktadır.

Duygu ve düşüncelerin iki esaslı ana kaynağından birisi, dışa dönük yönüyle dünyalıkların tümüdür; ayetler servet ve evlatlar başta olmak üzere insanın büyük bir tutkuyla sahip olduğu her şeye işaret etmektedir. İnsanı çepeçevre kuşatan dünyalıkların duygu ve düşüncelerin tetiklenmesinde ve davranışların oluşumunda etkili olmaması kuşkusuz düşünülemez.

Diğer kaynak ise içe dönük yönüyle insanın ruhunda; kalbinde, bilincinde ve bilinçaltında yer etmiş ve değişmez önyargılardır. İyice betonlaşmış ilkeleridir.

Ayetten anlaşıldığına göre, kendini beğenmişlik içinde üstün görme saplantısı karşısında, muhakemenin onay vermemesine rağmen o tek adam, kibrini aşamaması sonucu sırtını dönerek bu insan doğru insan diyememiş, buna uyulmaz kararını vermişti.

Peygamberimize doğrusun güvenilirsin diyorlardı, fakat kendilerini hapsettikleri iç kabul parmaklıklarını aşamıyor, kendilerinde yerleşmiş rutin duygu ve düşüncelere sahip olmak zorunda kalıyorlardı.

Çok örnek verilebilir. Ben metalik kara müziksiz yaşayamam yargısını bir iç kabul, dünya görüşü ve yaşam biçimi haline getiren bir insan, gerçekten kendini hep o halde görmek ve yaşamak ister.

Cinsellikya da uyuşturucu için de aynı durum söz konusudur. Bilincini bu anlayışa kuran ve bilinçaltına bu mevzuda durmadan yığınak yapan insan, zaten başka şekilde davranamaz.

Bu, kendi kendini robot gibi kurmak programlamak demektir. Kendi hayatını, hayat biçimlendiren dünyaya bu ölçülerde sipariş vermek teslim etmek demektir. İnsanın iç dünyasında kendini bir şekilde kabul edişi, öyle olması için reddedilemez büyük bir yatırım ve kaçınılmaz bir sonuçtur.

İnsanın duygu ve düşünceleri, dolayısıyla davranışları kabullerinin birer ürünüdür.

Tersten okursanız da doğrudur.

İnsanın sözleri, beden dili ve davranışları, aslında ne olduğunun görünümüdür.

Her kabul, beyinde benlik listesi oluşturur ki, biyolojik yapı, nefis hesabına bedenden gelen arzu sinyalleri sonucu, beynin dikte ettiği fermanlara karşı koyamaz hale gelir.

Ve insan, gizli bir çekim gücü tarafından elinde olmadan çekildiğini, sürüklendiğini hisseder, hipnoz olmuş gibi, kabulünün esiri olarak yürür gider…Uyuşturucu, kumar, içki ve cinsellik gibi konulardaki bağımlılıklar gibi…

Bu kabullerin kabul edilmemesi, aksi davranışlar sergilenmesi, psikolojik yaşamı alt üst etmekte, insanı olumsuz davranışlara sürüklemektedir.

Müşrikler davranışlarına atalarını kaynak göstermişlerdi. Bu sorgulanamaz kaynağı kendileri için birer kabul haline getirmişlerdi. Bu kabullerine göre cahiliye yaşıyorlardı.

Putlar Allah ile aralarında birer aracıydı ve onlar Allah’ın çocuklarıydı. Kızlar Allah’a oğullar kendilerineydi, bu yüzden gömülmeliydi. Sanki onları içlerindeki ön yargı putlarına kurban ediyorlardı. Kavmin şerefli, adeta seçilmiş ileri gelen kimseleri olarak Peygamberlik iddia edilecekse bu onların hakkıydı. Bu gibi müşrikçe, cahilce pek çok ön yargı ve kabul ile bunlara etiket olan ve Cahiliye’ye yakışan davranış modelleri, örnekleri verilebilir.

Tutum ve davranışlar, birer insan dilidir. İnsan benliğinin, kimlik ve kişiliğinin ip uçları belirtileridir. Sözü aşan, hâl dili dediğimiz yalansız fıtrat desenleri kriterleridir. Mahşerde bile susturulan dil karşısında ruhun konuşan ayak ve elleridir. Ruhun en dıştaki en geniş ama öze, öz benliğe en uzak daireleridir. Bu sebeple merkezî benlik mekanizmasının güçlendirilmesi, çekim gücünün azamî arttırılması gerekmektedir.

Tutum ve davranışlar aynı zamanda duygu ve düşüncelerin de yansımaları, muşahhaslaşmaları, temessülleri, ibreleri ve göstergeleridir.

Olumsuz tutum ve davranışların değiştirilebilmesi, yerlerine olumluların yerleştirilebilmesi için, benlikle sıcak ilişki içinde olmak gerektiği gibi, davranış modellerini evirip çeviren ve döndüren duygu ve düşünce çarklarının da güçlendirilmesi ve yapılandırılması gerekir.

Bu yapılandırmada üç ana mil görevini gören benlik kimlik ve kişilik alt yapılarının, psikolojik hayatın ana sütunları olduğu ve bütün ruh mekanizmasının bunların üzerine kurulduğu unutulmamalıdır.

Peygamberimiz, irşat ve tebliğde, özellikle uyarı konularında birebir bir şahsiyeti ve ismi “Sen” diliyle söz konuşarak bir şahsiyeti hedef almamış, benlikten ayrı yere koyulan davranışına yönelmiş, onu deşifre ederek rencide etmemiş, kişinin kendindeki negatif durumlarla yüzleşmesine alan açmış (Hz.Yakup’un Yusuf gömleğiyle gelen çocuklarına yaptığı gibi) zaman tanımış, topluma genel beyanda bulunarak, gizli muhatapla birlikte açık muhatap olan cemaatinin bütününe ders vermeyi seçmiştir.

Bir davranışla benliğe yönelmek gibi, bir ferdî davranışla toplum benliğine ulaşmıştır. Oluşturulan mükemmel cemaat ve toplum içinde de fertler ve davranışlar mükemmelleşmişlerdir. İmam olan Sahabenin namazı uzatması gündeme taşınınca Efendimizin:  “İçinizde böyle böyle yapanlar…” diye söze başlaması gibi…

Mekke Fethinde, Müslüman olmak isteyen fakat yaşadığı olumsuz duygu ve düşüncelerini aşamayan Vahşi’ye karşı da Peygamberimiz, ayetlerin diliyle yaklaşarak, bir inanç terapisi, uygulamış, içinde bulunduğu suçluluk psikolojisinden, olumsuz duygu ve düşüncelerinden sıyrılarak, inanca yönelmesini sağlamış, böylece onun benliğine bir (Tevhid) inanç kimliği ve bir Müslüman kişiliği kazandırmıştır.

Bu kimlik ve kişiliğe sahip olmadan önceki Vahşi ile sonraki Vahşinin davranışlarını incelersek, yüreğinde yıllarca taşıdığı acısının yanında, aynı koldaki aynı mızrakla nasıl farklı davranışlar sergilediğini de gözlemleyebiliriz. Davranışın ve mızrağın bir ucunda Hz.Hamza, diğer ucunda yalancı peygamber vardır. Farklı her davranışın temelinde aslında sadece ve sadece benlik, benlikteki Tevhide ermişlik ya da kaybetmişlik vardır!..

Ayetlerde geçen tehdid ifadelerinin uslup açısından manası

1-Her tehditten önce, bunun gerekçeleri, muhatap olanın olumsuz davranışlarındaki aşırılıkların sergilenmesiyle anlatılmış olmaktadır. Okuyucu, derinlemesine olayların içinde, olayın bir kahramanı gibi yaşarsa, konuyu vicdanında daha iyi yorumlayabilir.

2-Allah’ı Peygamberi, Kura’nı, ahıreti inkar, kainattaki delillerin tamamını yok sayma cinayetine denk olduğundan, suçun büyüklüğüyle orantılı bir tehdit söz konusudur. “Zalimler için yaşasın cehennem!” sözü konuya açıklık getirebilir.

3-Peygambere ve inananlara moral takviyesi yapılmış, güven, sabır ve cesaret verilmiş olmaktadır.

4-Ahırette, “Ben dünyada iken uyarılmadım!” şeklindeki mazeretlere sığınılmasının önüne geçilmiş olmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi insan sürekli uyarılmakta, öğüt almaya yönlendirilmektedir.

5-Tehditkar uyarılar, gafleti ve ülfeti dağıtır, uyanışa sevk eder. Özellikle yüce makamdan olunca, ruhlarda kısa yoldan etki bırakmakta; İnkarcıyı tereddüde, inananı takvaya, meraklıları da soru sormaya yönlendirmektedir.

6-Bir yaklaşım şekli de şu olabilir. Allah sonsuz Merhamet sahibidir. Her besmelede bunu tekrar ederiz. Merhametin büyüklüğünün, anlam ve değerinin anlaşılması adına, azabın büyüklüğü nazara verilmektedir. İnsan, tabiatı gereği varlığı zıtlarıyla daha iyi kavrar. İşte bu kavrayışla da hem azabdan uzak kaldığına, hem de rahmete yakın olduğuna hamd etmiş olur. Bu uslub da insanın iki güçlü sebeple Allah’a yakınlaşmasına vesile olur: Şiddetli azabdan kaçma sonsuz Rahmete kavuşma!..

Terhible temkine, tergible şevke yönelir, havf ve reca ile kanatlanır.

7-Tekrarlar gibi, şiddetli tehditler, sonsuzluk adına; duygu ve düşüncelerde teyakkuza fer, bilinçaltında israr, bilinçte karar, ruhda istikrar oluşturur.

BAHANE (drmavi)

Beyin fikir bekler; bilgi bahane
Zihin tefekkür ister; hayal bahane
Dil mizanda nimet tartar; lezzet bahane
Göz feri nurla artar; renkler bahane

Nefis cennet arzular; yeme-içme bahane
Kalp sonsuz aşka düşer; sevda bahane
Varlık O’na mühür hep; sözler bahane
Vicdan O’nunla inler; kitaplar bahane

Ney öz yurduna yanar; nefes bahane
Mecnun aşk yoluna düşer; Leyla bahane
Ruh iman tadıyla coşar; beden bahane
Fani insan ebede koşar; dünya bahane

Ruh O’ndandır, O’na gider; hayat bahane
Gönül O’nun cemalin ister; ölüm bahane

DUHA SAYFASINDAN EMPATİ

(Aralık 2021, Ocak 2022. EMPATİ KURMAK

Bu daha çok kendisini bir başka insan yerine koymak olarak sınırlandırılır. Kendimizle empati olamaz ? Çocukluğumuzdan bugünümüze, günümüzden ölüm sonramıza, Geçmişe geleceğe yolculuk gibi.

Geçmişimizle empati kurulamaz mı? Aslında farkında olmadan yaparız bunu. Bilinç altımıza ineriz hayalimizde derinlere dalarız. Eski hatayı işlediğimiz halimize bürünür, biz o biz olur üzülürüz, halimizi düzeltiriz. Bazı hallerimizde sevinç vb. duygular yaşarız. İçimizdeki çocukla çocuk olur çocukluğumuzu izler kendimizi daha iyi anlar tanımlarız. Güncel bugünü öncesi davranışlarımızı kritik ederiz sorgularız. Kendimizi eleştirir ya da hak veririz. Geleceğimizi geçmişimize referansla pozitif-negatif inşâ ederiz. Ek olarak da ölüm sonrası ölümsüz geleceğimizi!..

İnsanın kendine empatisi, uyanması, kendine dönmesi etüt etmesi, kendini hatırlaması unutmaması, unutulanlardan olmaması, değişimi ve yenilenmesi adına çok önemlidir.

Zira Rabbi anan anılır. فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ (Bakara/152). Kendini bilen Rabbisini bildiği gibi Rabbisini unutan da unutulur.   وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ (Haşr/19) Kendini, aczini fakrını, zulmünü günahını kusurlarını unutan, hatırladıkça içinin yanmasını ve istiğfârı terk eden, kendine nâsih-nasihatçı uyarıcı sorgulayıcı ve  nefsine savcı ve müteyakkız olamaz. O empatisini, sempatik hatıralarında belki günahla kirlenmiş zevkli anıları zamanları için çarçur eder.

Fanteziden arınmış Nûrânî empati, kendini kontrol etmeyi, eski seyyiatını hatırlayarak ümidini de canlı tutarak, kendini unutmamayı aynı zamanda egosunu parlatıp şımartmamayı sağlar, o hüzünlerle de Rahmetin gölgesinde yeniden fıtrata dönmeyi temizlenmeyi sonuç verir.

Gelecek zaman için de kendimizin yerine geçebilir geleceği hayâlen önceden yaşayabiliriz, karakterimizi konumlandırabilir, plan yapar davranış rotamızı belirleyebiliriz. Mutasavvıfların kendilerini teneşirde tabutta kefen ve kabir içinde tahayyül ve tasavvurları gibi. Kişisel gelişimcilerin başarı kariyer ve zenginlik amaçlı zirve hedefleri hayal ettirmeleri,  siyasetçilerin makam servet özlemleri ve taklı fiyakalı varlıklı günleri ya da ümniyyelerini mefkûrelerini gözlemleri gibi.

Kur’an’da ilk Yaratılış geçmişinden, son gelecek Berzah Hesap Mizân ve Cennet-cehennem safhalarına kadar sevinç ya da pişmanlık söylemleri şimdiden hatırlatılır. Empatiler ötesi sanal ve zaman ötesi, gerçek gerçeklikler içinde bağlantılar kurulur. Sanki “Kendini kendi o halinin yerine koy, gelecekte olmak istediğin o neşat-efzâ ve hâl-i melâlini gör, ibret al kendine ve başkalarına ona göre davran!” der gibi. Hem yoksula hem yoksuna!..

Ayet, “Siz önce kendinizi bir gözlemleyin inceleyin kritik edin biçim verin!” mesajı verir ( Maide/105). Gelecek keşkeler, empatik önlemler. Sadece kendilerini düşünenler, kendilerinden olmayanları gömenler, durmadan servet gözleyenler çökenler!

Adâleti âbide gibi Hz.Ömer, empatiyi ölümüne muşahhaslaştırmış kendine Nâsih tutmuştu. Adam karşısına gelir : “Ölüm var! Allah’tan kork!” derdi. Bir gün “Artık bırak!” dedi!”, “Saçım sakalım ağarıyor, artık onlar hatırlatıyor!”.

Devletin yağını kandilini mumunu bile şahsî işinde kullanmayan (Irak İran Azerbaycan, Suriye Filistin-Kudüs ve Mısır Sudan Libya Tunus coğrafyasında Emîr, iç-dış Fâtihi) Hz.Ömer, mezarlığa gider toprağa uzanır gelecek halini görür döner devlet işlerini görürmüş. (Bak. tekâsür sayfası)

Bu anlamda empati sınır tanımaz. Şeytanî uçta tanrısal sıfatları firavunvârî vehmetme var. Rahmânî alanda insanın kendini Esmâ’ya ayna “Vâhid-i kıyâsî” ölçüt-mîzân yapması kul olması “Tahalluku” var. (Bak. Esmâülhüsna sayfası)

Bu arada empati deyince; diziler, kişisel kitlesel ve sosyal psikolojik bozukluklar, şiddetler, yoksulluklar yoksunluklar, zulümler haksızlıklar ve de tarihî ve güncel prototipler de akla gelmiyor değil!
Narsistler, Paranoyaklar, Psikopatlar ve Sosyopatlar… empati yoksunu yığınla çoklu kişilik bozukluğu yaşayan dejenere-deforme fıtratlar!

Kibrinden yer ağlatan dağları utandıran, şeytânî duygu ve düşünceleri derin güç odak ve akılları ahtapot kolları gibi tek kendinde toplayan, taş kalpli, duygu vicdan empati pişmanlık ve sorumluluk yoksunu ve yoksulu, kural ve yasa tanımaz suç robotu, egoist kendini beğenmiş, hem hin cin fikirli hem acı çektirir umursamaz utanmaz hatta süründürmekten keyif ve zevk alacak kadar kirli, komplocu toplum bozguncusu, agresif kinci, öfkeli nefret dilli sanki serî çocuk katili, kezzab gaddâr, çift yüzlü maske görünümlü riyakar hilebaz mekkâr ve sahhâr!..
Merhamet ve Adaletten yoksun nice târihî muâdillere şahit olduk!
Sanki şeytan ve firavun evsâfını tanımlıyor gibi olduk!

Peki şeytanla firavunla empati yapılır mı? Eminiz güldünüz! “Öyle şirzime insanlar zaten yeryüzünde her gün kendileriyle ve birbirleriyle aynalaşıyorlar, empati yapıyorlar hatta el arttırıyorlar rol kapmada yarışıyorlar, birbirlerinin avatarı, gölgesi kopyası taklitçisi iç içe geçmişi tetikçisi, alkışçısı medhiyecisi oluyorlar; adına da sempati  diyorlar” diyorsunuz!

Oysa şeytan görüp görebileceğiniz en süper empati uzmanı tabi ki azmanıdır. O, insanla insan olur ona insî şeytan dedirtir. O kendisini Yaratıcı yerine koyup “Ben olsaydım ateşi toprağa üstün tutar beni ona tercih ederdim!” diyebilmiştir. Hatta o süper egosu ve özgüveniyle kendini cehennemin söz sahibi gibi görüp bütün insanları ateşe peylemiş; o kadar ki sonlu dünya hayatında ölüm görmeyi pas geçerek tanrı gibi tek ölümsüz varlık olma ayrıcalığını ve pâyesini hedeflemiştir denebilir, Allah bilir!

Şeytan haddini bilseydi, demagojiyle: “Ben Âdem’den üstünüm!” demeseydi, Rabbisini ithâm etmeseydi meydan okumasaydı, kendini meleklerin yerine koyup takdir secdesine, kendini Âdem yerine koyup, pişman olup özür secdesine varabilseydi, bir ihtimal kibrini aşabilirdi. Oysa o kendince tekti, sadece kendinde kalmakta ve olmakta anîddi, kin düşmanlık ve intikamda kararlı; ölümüne, ölümsüz gibi isyana yeminliydi.

Şeytanın haddini bildiği empatisini kendi gibi kül ettiği bir yer vardı, hesap günü der ki: “Va’d ettim caydım, benim üstünüzde bir gücüm kudretim yoktu ki! Ben davet ettim siz geldiniz! Beni değil kendinizi kınayın siz! Sizin beni tanrı yerine koymanızı da hiç kabullenmemiştim. (Empati yok!) Herkes kendi derdine yanacak!” (İbrahim/22).

Firavun empatisini ölüme saklar, denizde boğulurken empati kurmaya kalkar, kendini Musa yerine koyar; koyar ama “Rabbim!” demez, iblis gibi anîd kibirli!: “Şu İsrailoğullarının tanrısı!” diyerek orada bile temennâsız racon keser, bir avuç balçık nefesini keser! (Yunus/90) Aralık 2021, Ocak 2022).

Yorum bırakın