zihinden kalbe Mir’at-Adese–14 “BEN YORULDUM HAYAT”(!) UYÛNU SÂHİREYE NÜZHETGÂH HILKAT-İ KÂİNÂTIN BİLİNCİ HAYATTAN EN ÇOK ŞİKAYET EDENLER KENDİLERİNE AİT SORUMLULUKLARI HAYATA YÜKLEYEN VE HEP ONDAN BEKLENTİYE GİRENLER. HAYATTA BİR ŞEKİLDE ÇEKEN KÜSEN VE HEP ACI HEP KAHIR DİYENLER HAYATIN KENDİLERİNE PEŞİN KARŞILIKSIZ VERDİKLERİNİ, DERTLERİN HİKMETLERİNİ VE EBEDEN VERECEKLERİNİ GÖRMEYENLER. HAYATTAN HER ŞEKİLDE FÜTÛRSUZCA KÂM ALAN DİĞERGÂMLIK BİLMEYEN ÇAKIRKEYİF TENPERVERLER EBEDİ HAYATLARINI BURADA TÜKETENLER يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اسْتَجٖيبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيٖيكُمْ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهٖ وَاَنَّهُ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Ayet: “Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” Enfal/24 الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ Ayet: “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” Mülk/2 يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Ayet: “Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı!” Ankebut/64 “HAYAT” Allah’ın subûtî sıfatıdır. Yani zâtî; (Vücûd Kıdem Bekâ Vahdâniyet Muhâlefetün lil-Havâdis ve Kıyâm binefsihi gibi) kendisinden başkasında örneği bulunmayanlardan değil. Bknz >> ihlas suresi Kuşkusuz biz “Hayat” dan şikayet ederken “Hayy” ve Hayatın sahibi olan Allah’tan şikayet etme niyetiyle yapmıyoruz bunu. Nitekim bir valiye kızmış olsak bile Allah’ın “VÂLΔ ismine kızmayı düşünmüş olmuyoruz. Bunun gibi “MÜMÎT” kavramını kullanarak O’nu hatta Azrail’i hedef almıyor aradaki zahirî perde sebeplere yoğunlaşıyor iradeleri ve ihmalleri sorguluyoruz. Sonunda vade dolmuş takdir böyleymiş demeyi de ihmal etmiyor sonra da hayatın akışına uymaya çalışıyoruz.. Böyle bir konu açmamıza sebep olan şey aslında her insanın paydası ortak noktası olan bir şey! Bedenimizden ruhumuzdan çevremizden, ekonomik ve sosyal olaylardan olumsuz etkilendiğimiz konulardan, bizi aşan konularda doğanın seyrinden zaman zaman rahatsızlığımızı ifade etmiş oluyoruz. Bazen şikayete vardırabiliyor kimi zaman da hem kendimize hem de çevremize zarar verebilecek boyutlara ulaşabiliyoruz. Psikolojiler alt üst yuvalar paramparça huzurlar tepe taklak olabiliyor. Memleket içi ve yakın çevresinde iki üç asırdır yaşadıklarımızı düşünelim. Bu coğrafyada ve kültürde kavlanmış harlanmaya hazır kuşağın insanlarıyız. Arabesk akımlar ve söylemler de tuz biber olunca “Ben yoruldum hayat” lar hemen bir damarı yakalıveriyor; hemen her bireyde canlanmaya hazır pusmuş bekleyen o melankolik damarı… Kur’an eczahanesinde olmaz mıydı hiç damardan yananlara verilecek bir reçete? Derken… diye düşünürken bu şarkı sözü dilde tebellür etti, gitmiyordu inat etti… Bel bükük içte hicran yük… Ben yoruldum artık dedi dil, sus dedi oradan gönül! Ya Hayy de! İnşirahla inşirahlan! Bu gerek! Elem neşrah leke sadrek! Dedi mürde gönüllere gülerek!.. Peygamberlerin hepsi insan ve hayat için birer hayat kaynağıdır. Hepsi hayat mürşid ve muallimi. Hz.Yakup nasıl da hayat ve evlat hasret ateşiyle yanmış yıllarca. Hasta haliyle Hz.Eyüp. 950 yıllık çileli hayatıyla Nuh’un örneği yok. Hayata hiç bir zaman ben yoruldum diye şikayet etmemiş, o son damlada acil yardım talebinde bulunmuş o damla tufana denk düşmüş. Hz.İbrahim hayatın yakan ateşini zaten çöllerde yaşamış yudumlamış hep yanmış. Peygamberimizin bu konudaki tutumu etüd edimeli modellenmeli. O Makâm-ı Mahmûd’da bir Habîb-i Mahbûb olduğu halde 23 yıllık Nübüvvet hayatında çekmediği çile kalmamış gibidir. Mekke’de müşrikler Ebû Cehil Ebû Lehepler, Medine’de münafık ve yahudiler, ittifak halinde hepsinden boykot kumpas ve hücumlar… Aile, dost ve arkadaş çevresinden, toplumundan gelen problemler. Hicret gibi çetin sorunlar. Her alanda uzman gibi; Nübüvvetin konuları dini tebliğler, liderlik, devlet başkanlığı, komutanlık ordu işleri, hakimlik, ekonomik konular, toplum alanları ihtiyaçları ve sorunları baş danışmanlık, ülkeler kabileler arası diplomasi, din temsilcileriyle meşguliyetler… Ailevi uğraşlar, yakınlarından vefatlar, Ümmetin derdiyle gece namazda sabahlamalar, bir küçük hücrede yarı aç tam aç günler, bir kilim bir döşek bir kaç kap kacak hayatında hastalık çekerek ebede göç etmeler. Sadece şu ardı ardına yaşanan 3 olay kafi gelecektir. 3 yıl Boykot yılında Müslümanlar her haktan mahrum bırakılmış yarı açık hapishane hayatı yaşadılar ve bazen yerde buldukları bir deri parçasıyla hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Hayat acılarının toplumsallaştığı bir aşamaydı. Hüzün senesinde Efendimiz, içerdeki dinamiği hayat sütunu eşi Hz.Haticeyi dışardaki payandası ve tek müdafii amcası Ebu Talib’i kaybediyordu. Hayat acılarının aileyi vurduğu kalbi yakıp kavurduğu aşamaydı. Taif yolundaki hayat!. Hayatta ne olursa olsun, kulluk görevi de Nübüvvet misyonu da, hayatın nefes zincirinin son halkasına gelinceye, hayat ışığı tahtaya dayanıncaya kadar sürdürülmeliydi. Işık Taif’e taşındı sunuldu, hüsn-ü kabul görmedi. Hakaret etti kovdular, yetmedi çocukları ve ayak takımını kullanıp yollarına gül dökülesi ayaklarını taşladılar. Hayat acılarından ve kendinden geçmenin hayat sahibine yönelip hayatı acılaştıranlar için dua etmenin ibretli aşamasıydı. Hayattan ve mücrimlerden değil, istiğfarla halinden şikayette bulundu; içlerinde kalıp dayansa anlatsa mıydım demek istiyordu. Bir de melek gelip emret cezalandırayım teklifinde bulununca: “İstemem! Arkalarından inançlı ibadetli nesillerin gelmesini isterim” demişti. Hayatımın en zor günüydü demişti her zora dayanan Nebi. Hayat unutmaz bir gün yaptığın iyiliğin karşılığını verir derler. En zor günlerin atiyyesi de o derece büyük olur. İkram-ı İlahi üst üste gelmişti. Yusuf memleketlisi Addas onu tanımış hayatı nurlanmıştı. Bazen hayatta bir insana iman taşımak için taşlanmak bile gerekebilirdi. Yolda Nusaybin cinleri Nebiyi dinlemiş onlar da iman sahibi olmuşlardı. Döndüğü Mekke’de Taif’ten farksız hayat çileleri yine onu bekliyordu. Ama bir şey daha vardı; Hicret öncesi yerde çekilen bu hayat acılarına karşı adeta gökte ödül töreni düzenlenecekti. Nasıl alkış tutacaktı melekler kim bilir? Muhammed’e (S.A.V.) hoş-âmedî خوش آمدی edeceklerdi. Cemalullah ile müşerref olacaktı. Acılar diyarı yeryüzünde olduğu gibi ödüller diyarı göklerde de Ümmetini düşünecek; Amenerrasulü ile başlayan ayetleri, namazı, affı, cennete girmeyi; semadan ayrı bir hayat nefesi ihyâ soluğu taşıyacak ve sunacaktı vefalı Nebi. Hayattan şikayet etme, eza edenlere ve kadere küsme, çekilip acılarını yaşama hatta hayatına kastedenlere dönüp hesap sorma gibi davranışlar O’ndan uzaktı. (Zatına yapılanları affeder hukukullaha ve hukuku ıbadullaha giren konularda “Kızım Fatıma da yapsa!” duruşunu sergilerdi.) O “Hesab” insanı değil “Belağ” insanıydı. (Ra’d/40) Ne hayat rahatlığı ne de intikam hesapları içinde oldu. Kur’an O’na bunu söylemişti. O Kur’an’ı hayat olarak yaşayandı. Hiç O hayatından şikayet mi ederdi? Hayatta ise insan, kalbi hayatı da sönmemişse, hayatta olanlara -bırakın hayatları söndürmeyi- hayat taşımak zorundaydı. HAYAT şu 3 yönüyle sevilmeli kıymeti bilinmeli 1-Allah’ın güzel isimlerinin tecellisine en saf parlak şeffaf kirsiz tertemiz ayna. (Çirkin acı görülen her şeyde çok iyi güzel semereli yüz vardır. Ayrıca hayatı kirleten kötü hayat yaşayanlardır. Acı görülenler ebedi hayat yatırımlarıdır. Bknz. >> https://kurannuru.wordpress.com/farkliyaratilisbela/) 2-Hayat, ahiretin tarlası ticaret pazarı eğitim alanı. Kısacık ömürde iman ibadet ve iyiliklerle, hayatta başa gelecek sıkıntılara sabır ve vazifelerle sonsuz cenneti kazanma fırsatı. 3-Hayattaki kötülükler acılar dertler zulümler vb. olumsuzu olumluya çirkinliği güzelliğe kötülüğü iyiliğe çevirme mücadelesi verme insanı en cevval aktif hale getirme adına avantaj ve fırsatlardır. Şeytan ondan kaçıp Rahman’a sığınma, günah iradenin kavgasını verip sevaplara yönelme bulaşınca tövbe ile arınma, açlık nimetin hastalık sıhhatin başarısızlık başarı için çalışmanın değerini anlama vb… işlevini görürler. Günahlar kötülükler konusunda baş mazeret olarak baş vurulan nefis bile enfes bir hayır kaynağı olabilir aslında. Herkesin kendinde gördüğü veya başkasının gördüğü kötü bir karakteri iyi anlaşılsa yöntemince yaklaşılsa nasıl olumlu potansiyel olabileceği görülür. Bu yüzden çocuklarda görülen çoğu olumsuz davranışlar uzmanına müracaat edilerek zamanla olumluya çevrilebildiği rahatlıkla gözlenir. Hayatın bunca zorlukları acıları olmasaydı bunca bilim dalları ve de teknoloji gelişir miydi? Hayatta zulüm kötülük acılar ağır basıyorsa öbür kefesinde iyiler ya yok ya da iyi çalışmıyorlar demektir. İnşirah sayfasına bakınız. Hayatın zorluklarıyla nasıl baş edilebileceği ve yüklerinin insanın sırtından nasıl kaldırılıp ruha huzur ve genişlik verileceğinin ipuçlarını yakalamaya ve uygulamaya çalışınız. Son ayette dendiği gibi, hep Sohbet-i Canan’da, iş üzerine iş takibinde, arada boşluk bırakmamacasına, “Ben yoruldum hayat!” demeye fırsat bulamadan, “Hel min mezîd” kuşağında, “Meğer ben ölmüşüm!” dediğinizin farkına varabilecek şekilde, Hak yolunda faal olma mesajını çıkarınız. drmavi diğer yazılar yazilardrmavi-1/ yazilardrmavi-2/ |
NAYİKALBİM EN ÇOK İZLENENLER Twitter ve facebook’ta
https://twitter.com/kurannuru
https://www.facebook.com/kurannuru
PYLAYLİST LİSE DİN KÜLTÜRÜ ÜNİTELERİ TAMAMI
(Fon müzikli ve Sesli anlatımla)
(9.Sınıf enstürümantal)
zihinden kalbe Mir’at-Adese–13 ÇİMENLERDE FİLLER YETİŞİR Mİ KARANFİLLER يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ “O gün ne servetler (Servetle edinilen güçler) ne de evlat (nüfus nüfûz ve çokluk) fayda verir. Ancak (Tam teslim ve kirlerden salim olmuş, sulh yolunda selâmete ermiş) SELİM KALP fayda verir. Şuara/89 ESAS İCTİHAD KALP ZİHİN VE NEFİSLERDE OLANIDIR. TIPKI CİHAD GİBİ. Ayet: “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ عَلَيْكُمْ أَنفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُم مَّن ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ” “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Siz doğru yoldaysanız sapıtanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Yaptıklarınızı size haber verecektir.” (Maide/105) Hadis: “إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأمْوَالِكُمْ وَلـكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأعْمَالِكُمْ” “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539) Damla ilginç bir benzetmedir. Kuran bilebildiğimiz iki yerde işaret eder. “Ağaçlar kalem olsa denizler mürekkep (damlalarına) dönüşse durmadan yazsalar Allah’ın kelamları tükenmez” der. (Kehf/109, Lokman/27) Bir hadiste de ayette anlatılan olay anlatıldıktan sonra Hızır Musa’ya şöyle der: “Bak! Benim ve senin ilmin ve diğer mahlukatın ilmi, Allah’in ilminden, su kuşun denizden eksilttiği (Damla) kadar eksiltir.” Buhari, Tefsir, Kehf 2, 3, 4, ilim 16, 19, 44, icare 7, Surut 12, Bed’u’l-Halk 11, Enbiya 27, Tevhid 31; Muslim, Fedail 170, (2380); Tirmizi, Tefsir, Kehf, (3148); Ebu Davud, Sünnet 17, (4705, 4706, 4707). Bu örnekten yola çıkarak İnsanların ve hayvanların bütün şefkatini bir damlaya Allah’ın şefkatini sınırsız deryaya benzetebiliriz. Bütün güzellerin güzelliklerin toplam güzelliğini de sınırsız güzelliğin yanına kor sen de damlasın deriz. Bir de damla çeşitlerinden söz ederiz. Tepemize damlayan yağmur-rahmet damlasından, rahmet tulumbacıklarından gönderilen süt damlasına, alınlardan sa’y ve emekle damlayan ter damlasından şehit kan damlasına kadar bahisler açar müzakere ederiz. Şehit kanıyla atbaşı yarışan ağır basan alimin mürekkep damlasına vurgu yapan hadis-i şerifi de hatırlarız. Cehennemi söndüren Allah saygısından ve ümmet derdinden dolayı dökülen gözyaşı damlasıyla da mest sermest hüzün çiçeklerimiz açar Rahmet deryalarına dalarız. BİR DAMLA SUYA DÜŞER. Merkezden içten dışa küçükten büyüğe doğru gittikçe genişleyen daireler oluşur. Sen daima en dış daireye en uzak olansın. Ama daima en dış daire senin bütün dairelerini kapsar. Senin elzemin en yakın kalp dairendir. Burada önemli olan ilk merkezî dairenin salâhı, resâhati, muhtevası, elvânı sanat ve zerafetidir. Diğer en önemlisi de merkezin bu ve diğer halaka ve dairelerle olan ilişki ve irtibatıdır. İlk doğru düğmenin doğru yerde yer alması gibi, doğru ve güzel başlayan münasebetler, ilkten sona kadar sağlıklı şekilde sürecek demektir. Bu örnekten sonra: Kalp dairesi zihin dairesi nefis dairesi bilinçaltı hafıza merkezi ve beden dairesi; Eş, Aile, akraba komşu sokak mahalle bölge ülke toplum yakın coğrafya uzak coğrafya insanlık dünya gezegenler galaksiler ve öteler… böyle gider durursunuz. Konu iki hadis-i şerifle şöyle bağlanabilir: “Vücutta öyle bir et parçası (Kalp) vardır ki o iyi (Selim ve Mutmain) olursa bütün vücut iyi (doğru ve düzgün) olur; o fesada uğrar bozulursa bütün vücut (toplum ve insanlık) bozulur.” Buhari/39 “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” Buhârî, Edeb, 27. İCTİHAD YAPILIR MI DİYE SORULMAZ. Ana ilkeleri ayet ve hadislerle verilen tarihi ulema cehdiyle tafsil edilen İslâmiyet, statik ve doğmatik değil, dinamik bir dindir. Yeni şartlara göre yeni konularda yeni ulema tarafından yeni izahlar elzemdir. Fıkıh mevzuunda da ortaya çıkan yeni meseleler hakkında içtihad etmek gerekir. “Tam bir teslimiyetle Allah’a yönelen, ihlâsla ibâdet ederek bâtıl dinleri bırakıp İbrahim’in dini olan İslâma uyan kimseden din yönüyle daha güzel kim vardır?” (Nisa/83,125) “… İlimde derinleşmiş olanlar, “O’na inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler.” (Ali İmran/3) gibi ayetlerin bu konuya dikkat çektiği ifade edilir. Kur’an ve Hadislerden bir konuda hüküm çıkarmaya ictihad denir hüküm çıkarana müctehid. Manevi alanlarda tamir ve yenileme yapılmasına tecdid, Dinde olmayan hurafe ve bid’atleri temizleyen, Kur’ân ve Sünnet prensiplerini ihya edenlere de müceddid denmiş. Bazı uzak ve yakın tarihi kişilerin müceddid olduğu ifade edilir isimler verilir. Bediuzzaman müceddidlikte “Şahs-ı manevi” kavramına dikkat çeker: “Her asırda dine ve imana tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi, bu acip ve komitecilik ve şahs-ı mânevî-i dalâletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı mânevî müceddid olmak lâzım gelir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, YAN, İstanbul, 1999 s. 498) İSTER O ALANDA İCTİHAD VE TECDİD İSTER BU KONUDA İCTİHAD VE TECDİD! İLLE DE TECDÎD-İ KALBÎ-VİCDANÎ İLLE DE TECDÎD-İ ZİHNÎ-FİKRÎ İCTİHADIN YAPILMASINDA NE GİBİ ŞARTLAR VE ENGELLER VAR – HANGİ ALANLARDA İCTİHADA İHTİYAÇ VAR. AHLAK, EMNİYET GÜVEN VE DOĞRULUK Peygamber Efendimiz’e Peygamberlik gelmeden önce “EMANET” sıfatı tecelli etmişti. “Emin” ismi hem de sonraki hasımları tarafından verilmişti. Güzel ahlak, doğruluk toprağında ve zemininde anlam ve neşv-ü nemâ bulur, kalıcı semere verir ve numune-i misal ve imtisal olur. Tersten okursanız güzel ahlaka sahip olan insan doğru ve güvenilir insan demektir. Bu nebi doğruluğu güven telkin edici hassasiyeti Raşit Halifelerde de görülür. Hz.Ebu Bekir doğruluk üzerinde duracağı konusunda cemaatini murakıp yapar; eğrilirsem doğrultun der. Zoraki kabul ettirilen maaşının zaruret miktarından fazlasını testi içinde biriktirip sonraki halifeye beytül-male devreder. Hz.Yusuf, ahlaki tutumlarıyla bir iffet ve doğruluk abidesidir aynı zamanda yönetimde iş görmeden önce doğru emin güvenilir olduğunu cümle aleme tescil ettirir. Hz.Musa, su başında Hz.Şuayb’ın kızlarına yardımcı olmuş koyunları sulamıştı. Bu kısa sürede çizdiği güç ve güven imajı onun Hz.Şuayb’ın yanında 10 yıl kalmasına ve kızlarından biriyle izdivacına referans olmuş Tûr-ı Sinâ’da Nübüvvetle taçlandırılmıştı. Zamanının dünya tek’i olan, servetlere karadaki havadaki hayvanata hatta madde ötesi varlıklara ve onlarla denizlere de hükmeden Hz.Süleyman, zamanında başka melik olmadığından melike’ye irşad amaçlı, muhsinane nazikane tutumuyla gücünü hatırlatmış, servetlere ve güce bakışını: “Seni anmak ve duyurmak için ya Rabbi!” diyerek hafızalara kazınmıştı. Günümüzde bırakın sıradan dini söylemli teröristleşen grupları, süper güç denen ülkelere baktığımızda güçleri oranında güven telkin etmedikleri açık şekilde gözlenir. Dinin amacı, Kur’an’ın hedefi insanlara üç şekilde huzur kazandırmaktır. 1-Zihnini ve kalbini doğrudan etkileyen, kötü çirkin ve zararlı negatif davranışlardan arındırmak uzak tutarak onu koruma altına almak. 2-Zihnini ve kalbini doğrudan etkileyen, ibadetlere ve iyi güzel faydalı pozitif davranışlara yönlendirerek onun mutlu ve huzurlu yaşamasını sağlamak. 3-İman sahibi yapmak imanını koruyup güçlendirmek, böylece cehennemden uzak sonsuz cennet hayatını kazandırmak. Durum bu olunca her cehd her cihad ve her ictihad bu hedef ve amaçlara vesile olduğu, hizmet ettiği oranda makul makbul olacak ve hılkatin ruhuna uygun semere verecektir. İCTİHAD KAPISI AÇIK DA OLSA ŞU ZAMANDA MANİLERİ VAR 1 – DIŞTA DALALET HÜCUMDA İKEN YENİ DİNİ TARTIŞMALAR AÇMAK İÇTE ZAAFİYET OLUŞTURUR Nasıl ki kışta fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem, nasıl büyük bir selin hücumunda tamir için duvarlarda delikler açmak, gark olmaya vesiledir. Öyle de, şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecânibin istilâsı anında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalâletin tahribatı hengâmında, içtihad namıyla, kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp duvarlarında muharriplerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak, İslâmiyete cinayettir. 2 – ZİHİN VE KALBİN ZARURÎ İHTİYAÇLARI OLAN İMANÎ KONULARA ODAKLANMALI ONLAR ÖNCELENMELİ VE İHYA EDİLMELİDİR Konuyu özetleyen iki basit örnek vardır. Denizde fırtına ve dalgalar arasında batma tehlikesi geçiren gemi tayfasının ellerinde fırçalar direkleri boyamakla uğraşması ya da acile getirilmiş şah damarından kan kaybeden ölümcül bir kazazedenin burun kemiği ve estetiğiyle ilgilenmek ne kadar makul ve vicdanidir. Ahsen husne ehem mühimme tercih edilmelidir. İçtihada konu teşkil eden nazariyattan önce, içtihad gerektirmeyen ve kesinlik ifade eden dinin temel konuları üzerinde yoğunlaşmanın gerekliliği. Yani dinin temel ve zaruri konuları insanlar tarafından terke uğramışken, dinin detay ve öncelikli olmayan konularını onlara ders vermek ya da o alanda enerji harcamak yanlış olur. Dinin zaruriyatı ki, içtihad onlara giremez; çünkü kat’î ve muayyendirler. Hem, o zaruriyat kut ve gıda hükmündedirler, şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyasına sarf etmek lâzım gelirken, İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihâdât-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp heveskârâne yeni içtihadlar yapmak, bid’atkârâne bir hıyanettir. (Risale-i Nur 27.Söz) 3 – KAHT-I RİCÂL! KUR’AN’IN VE ÇAĞIN İLİMLERİNE VAKIF MÜMEYYİZ DİMAĞLARIN YOKLUĞU. Dünyaya fenlere siyaset ve felsefeye teveccüh Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalpler, ruhlar marziyat-ı İlâhiyeyi bilmek ve öğrenmeye müteveccih idi. Bunun için, istidad ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahvâl ve vukuat ve muhaverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidadlar vücuda gelirdi. Şimdi ise fikir ve kalplerin teşettütü, inayet ve himmetlerin zaafiyeti, insanların siyaset ve felsefeye iptilâ ve rağbetleri yüzünden bütün istidadlar fünun-u hâzıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir. Ahkâm-ı diniyeye sarf edilecek müstakim bir içtihad yoktur. Mesnevi-i Nuriye, s. 103 Bakınız drmavi diğer yazılar yazilardrmavi-1/ yazilardrmavi-2/ |
zihinden kalbe Mir’at-Adese-11 AĞLAYAN AĞLATMAZ!… Her yaş ve başta insan üzülür hüzün duyar gözyaşı döker ağlar. Kimi zaman sevinçten bazen acılardan feryat eder çığlık atar. Doğumla yüksek bir tonda başlayan bu süreç ölümle ayrı bir yüksek tonda sonlanır. İnsanlar sevinç ve üzüntüye ağlama ve gülmeye farklı; Beşerî bedenî dünyevî uhrevî ruhî kalbî zihnî vicdanî hissî gibi anlamlar yükler; Ekonomi, iş, sağlık aile sorunları, gönül işleri, ayrılıklar, cezaî olaylar, arzî semavî felaketler, kazalar ölümler, başarılar, hayat boyunca doğum evlenme gibi acı ve mutlu günler için sebepler ve yorumlar sıralar. “Sizi en çok sevindiren ve güldüren üzen ve ağlatan varlık olay ve durumlar nelerdir?” diye röportajlar ve anketler yapılsa her halde her insanın üzerinde duracağı müşterek insanî konular, en popüler cevaplar oluşuverecek, yer yer de farklı inanç mizaç, felsefe kültür ve yaşantıların sonucu olarak, güncel gelişmelerin de etkisiyle değişik bakış açıları kendini gösterecektir. Bu farklı duygu dalgalanmaları ilk insan yapısıyla beraber varlıkta iki kutup halinde kendini gösterir. Adem öncesi ortaya konacak bir insan modelinin müzakeresi yapılırken, en çok sevdikleri secde takdirine layık böyle güzide bir varlık şaheseri karşısında beşaşet duyan, geleceğinde kan görmeleri karşısında da hüzünlenen melek, bir kutbu tutacaktı. Kibriyle ilahi fermana kafa tutan, en çok nefret ettiği secde ile kendine takdir istenen ve rakip gördüğü insana nefret duyan, geleceğinde ona kan döktürmek, insanoğlunun dökülecek kanını içmek için de ant içen; sevincini kin ve intikamda, beşeri de ağlatmada yaşayan iblis, diğer kutupta yer alacaktı. Ve hem melek hem de iblis için bahse konu olan Adem, ilk sevincini tattığı cennet ortamında tasarlamadan işlediği hatası sonucu ilk hüznünü de yaşayacaktı. Bir de evladının evladına kardeşin kardeşe karşı işlediği o cinayet sebebiyle kimbilir nasıl ağlayacaktı baba Hz.Adem! Dünya ahirete nisbeten denî yer!.. Her insan burada âh-u enîn eder. Nice serâzâd keyif yaşayanlar orada inler. Burada ağlayan niceleri de orada ebedi güler. KUR’AN -HÜZÜN AĞLAMA VE GÜLME KONUSUNA NASIL YAKLAŞIR (Kavram olarak belirlenebilen kadarıyla) Her varlığı, varlığın her halini yaratan Rabbimize yönelir her halimizde O’nunla olmaya çalışır rızasını gözetiriz. Güldürünce şükreder şımarmayız. Ağlatınca sorumluluğumuzu düşünür sabırla dua eder, gereğini samimi yapar ecrini O’ndan bekleriz. وَأَنَّهُ هُوَ أَضْحَكَ وَأَبْكَى وَأَنَّهُ هُوَ أَمَاتَ وَأَحْيَا “Doğrusu güldüren de ağlatan da O’dur. Öldüren de dirilten de O’dur!” Necm/43-44 Hüzün gözyaşı ve ağlamayı Peygamberlerden öğrendik. Onları kendimize rehber edindik. Gâh Yakup gibi hüzün yaşadık gâh ağladık. Onların yolu olan Sırat-ı Müstakim’de yürüt ya Rabbi! أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ مِن ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِن ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمَن خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا “İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem’in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail (Ya’kub)’in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah’ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.” Meryem/58 وَقَالَ يَا أَسَفَى عَلَى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظِيمٌ … قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللّهِ “Yakup “Ah Yusuf!” diye diye hüznünden ağlaya ağlaya gözleri görmez oldu ve (bu suç işleyen evlatlarına karşı hissettiklerinin ve Yusuf’un acısını) içinde yaşar oldu” “Allah’a yemin olsun ki,” dediler, “Aradan bunca zaman geçti, halâ Yusuf’u dilinden düşürmüyorsun. Bu gidişle ya kederinden eriyip gidecek, yahut da öleceksin!” Firavun ve firavun karakterli zalimlerin ölümüne gökler ağlamamıştı. Demek ki Musa ve Musa karakterli insanların ölümü yeri göğü hüzünlendiriyor. Karakterimizi musa gibi eyle ya Rabbi! فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ “Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.” Duhan/29 Peygamberlerin getirdiği hakikatlara inanan ve tabi olanlardan eyle bizi, vahyî değerleri ve müslümanları hafife alan ve istihza edenlerden eyleme! Eyleme ki gülenlerin mekanı olan cennete girenlerden olalım! فَلَمَّا جَاءهُم بِآيَاتِنَا إِذَا هُم مِّنْهَا يَضْحَكُونَ “(Musa, Firavun ve çevresine) Onlara âyetlerimizi getirince, bunlara gülüvermişlerdi.” Zuhruf/47 إِنَّ الَّذِينَ أَجْرَمُوا كَانُواْ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا يَضْحَكُونَ “(Cennete giremeyen) Mücrimler, şüphesiz, (Dünyada iken) inanmış olanlara gülerlerdi.” Mutaffifin/29 فَالْيَوْمَ الَّذِينَ آمَنُواْ مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَ “İşte o gün (ahirette) de iman edenler kâfirlere gülerler.” Mutaffifin/34 Kur’anî gerçeklere yabancılaşmışız uzak duruyoruz; hem ağlama nedir bilmiyoruz hem de gaflet içinde duyarsız gülüp eğlenip duruyoruz. أَفَمِنْ هَذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَ وَأَنتُمْ سَامِدُونَ “Şimdi siz bu söze (Kur’an’a) mı şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz! Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız!” Necm/59-61 Onca yaptıklarımıza karşı hâlâ endişesiz çakırkeyif yaşıyor gülüyor, hüzünle yaşayan yeryüzü sakinlerini görüyor, hüzün ve gözyaşı nedir bilmiyoruz. فَلْيَضْحَكُواْ قَلِيلاً وَلْيَبْكُواْ كَثِيرًا جَزَاء بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ “Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!“ Tevbe/82 Ruh ölümü kuşağında, kalplerimiz inceliğini kaybetti kaskatı oldu adeta taş kesildi. Taşlar bile çağlayanlara dönüşürken gafletten gözlerimiz kurudu tek damla kalmadı. ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةً وَإِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الأَنْهَارُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاء وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ “Sonra kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.” Bakara/74 Kur’an’ı duyduk gördük dokunduk okuduk da ama irfanına eremedik. Ruhumuzla içine girip kalbimizi inceltip gözyaşlarını ceyhûn edemedik; Hakk’ın şahitleri olarak yeryüzünde onu taşıyıp temsil edemedik. وَإِذَا سَمِعُواْ مَا أُنزِلَ إِلَى الرَّسُولِ تَرَى أَعْيُنَهُمْ تَفِيضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُواْ مِنَ الْحَقِّ يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ “Resûle indirileni duydukları zaman, irfanına erdikleri gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: «Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.” Maide/83 Namazı huşû içinde kılamadık, gözyaşlarıyla secdeye kapanamadık, Kur’an’ı gırtlağımızdan aşağıya indiremedik, hayatımıza hayat kılamadık. وَيَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا “Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar. Bu (Saygılı tutum Secde ve Kur’an) onların saygısını artırır.” İsra/109 Timsah gözyaşları döktük, kardeş bildiklerimize tuzaklar kurduk, mürâîlikle duygu sömürüsü yaptık, ağlamalarla en yakındakilerimizi kandırmaya çalıştık, yalan söyledik. Yusuf kardeşleri gibi af talep ediyoruz ya Rabbi! ذَهَبُواْ بِهِ وَأَجْمَعُواْ أَن يَجْعَلُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ … وَجَاؤُواْ أَبَاهُمْ عِشَاء يَبْكُونَ … فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ “Yusuf’u götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman…” “Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.” “Onu kurt yemiş! (dediler)” Yusuf/15-17 Ya Rabbi dilediğini aziz dilediğini zelil ettiğin, ölüden diriyi diriden ölüyü çıkarttığın, Meryem’e babasız evlat İsa’yı verdiğin gibi, yaşlı halleriyle Hz.İbrahim ve eşine de Melekler misafir olmuş endişelerini gidermiş ve bir evlatla, Peygamber nesliyle; İshak ve Yakup ile müjdelemişlerdi. Onlar da sevinmiş gülüvermişlerdi. Sevdiğin kullarını da sevindir güldür ya Rabbi! وَامْرَأَتُهُ قَآئِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَقَ وَمِن وَرَاء إِسْحَقَ يَعْقُوبَ “(Melekler insan suretinde gelip müjdeler getirdiğinde) O esnada (İbrahim’in) hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak’ı, İshak’ın ardından da Ya’kub’u müjdeledik” Hud/71 Bizleri Nebiler gibi hayvanlara karşı bile merhametli ve iyilik yapanlardan, elimizdeki nimetlere şükredenlerden, onları insanlara yararlı iyi işlerde kullanan iyi kul olanlardan eyle ya Rabbi! حَتَّى إِذَا أَتَوْا عَلَى وَادِي النَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ “Nihayet Karınca vâdisine geldikleri zaman, bir karınca: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi.” Neml/18 فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِّن قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ “(Süleyman) onun sözünden dolayı tebessüm etti ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.” Neml/19 Bazı yüzlerin bembeyaz bazılarının da simsiyah olduğu o günde, bizleri korku ve hüzünlerden uzak eyle, yüzümüzü abdest ve secde ile nurlanmışlardan, beşaşet içinde ebedî gülenlerden, Cemalini de seyredenlerden eyle ya Rabbi! وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُّسْفِرَةٌ ضَاحِكَةٌ مُّسْتَبْشِرَةٌ “O gün bir takım yüzler parlak, güler yüzlü ve sevinçlidir.” Abese/38-39 (Cennette nimetlerle karşılaşanlar şöyle) derler: Bizden hüznü gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan, çok nimet verendir. Fatır/34 الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ إِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ Hadis: “Çok gülmeyin, çünkü çok gülmek kalbi öldürür.” (Kütüb-i Sitte, hadis no: 7281, c. 17, s. 584) Hadis: Abdullah İbni Şıhhîr radıyallahu anh şöyle demiştir: Hadis: “Eğer benim bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.” (Buhârî, Küsûf 2; Müslim, Küsûf 1) Hadis: “İki göze ateş dokunmaz. Allah korkusundan dolayı ağlayan göz ve Allah yolunda nöbet bekleyen göz.” (Dârimî, Cihad 15; Nesâî, Cihad 11) Hadis: Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Hadis: Enes İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi: Hadis: Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi: Hadis “Oruçlunun iki sevinci vardır; biri iftarı anındaki sevinci, diğeri de Rabbine kavuştuğu anki sevincidir.” Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 164. Yalnız kaldığımızda yalnız olmadığımızı hatırlayarak O’nunla hüzünlenmek, yapamasak da hüzünleniyor gibi yapmak, zorlanmak kıvranmak iki büklüm olmak; başka şeyler yerine kendimizi hüzne alıştırmak. Tebessümlerimizin bir ucuna bile bir hüzün deseni yerleştirir hale gelebilmek. Bilmeli ki O’nunla hüzün, Şerhtir inşirahtır; Nây eder kalbin, Nemlenir gözün, Nurlanır yüzün. Hüzün nice günahlara eşsiz silici iksir gibidir. Gösterişten uzak gözyaşı ne kadar makbulse, gözyaşı olmasa da Hakk’ta hasbî sabit- kadem olmak ve sadakat en az o kadar önemlidir. Sıddîkiyet Nübüvvete en yakın mertebedir. Hz.Ebu Bekir hem Sıddîk idi hem de ince müşfik yüreğiyle gözü yaşlı biriydi. Gözyaşı ve hüzün ihlasla hayat ve anlam bulur, tebessümle taçlanır, sadakatla mukaddesleşir, cehennemi söndürür cennete yol ve kapı olur. drmavi diğer yazılar yazilardrmavi-1/ yazilardrmavi-2/ |
zihinden kalbe Mir’at-Adese 10 ALLAH’IN ALDIKLARI HEP VERDİKLERİDİR “Eyyâm”: Arapçada günler demektir. *Günler* Günlük dilimizde kullandığımız kavramlar-deyimler-sözler Kur’an’da 123 kez geçen “Eyyâm” kavramı, kainatın yaratılış günleri-evreleri (7/54, 11/7, 25/59) ve insanların günlük ibadet ve işlerinin anlatılmasında zaman dilimleri olarak zikredildiği gibi tarihi olaylar ve ahiret sorgulamasıyla ilgili olarak da kullanılmaktadır.“Eyyâmullah” kavramı ise Kuranda iki ayette geçmektedir. 1-“Eyyamullah” geçmiş nimet ve nikmet-felaket günleri anlamında. وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ اللّهِ“Musâyı, ‘Kavmini zulûmâttan nûra çıkar ve onlara Allah günleriyle öğüt ver!’ diye gönderdik” İbrahim/5 (H.Yazır meali) فَهَلْ يَنتَظِرُونَ إِلاَّ مِثْلَ أَيَّامِ الَّذِينَ خَلَوْاْ مِن قَبْلِهِمْ قُلْ فَانتَظِرُواْ إِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُنتَظِرِينَ“Kendilerinden önce geçenlerin başlarına gelen günlerden (olaylardan) başka bir şey mi bekliyorlar? ‘Bekleyin, ben de sizinle beraber beklemekteyim’ de.” Yunus/102 (Diyanet vakfı meali) 2-“Eyyâmullah” gelecek ceza günleri anlamında. قُل لِّلَّذِينَ آمَنُوا يَغْفِرُوا لِلَّذِينَ لا يَرْجُون أَيَّامَ اللَّهِ لِيَجْزِيَ قَوْمًا بِما كَانُوا يَكْسِبُونَ“İman edenlere söyle: Allah’ın (ceza) günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar. Çünkü Allah her toplumu, yaptığına göre cezalandıracaktır.” Casiye/14 (Diyanet vakfı meali) “Eyyâm” Bir kader hükmü, bir kainat yasası ve bir sosyal süreç ilkesi olarak zafer ve acı günleri anlamında. Tarih ilmi, her toplum ve devlet için farklı süreçlerde; kuruluş yükseliş duraklama ve çöküş diye devr-i daimleri not düşer. Süreçlerin uzun kısalığı ve verimliliği iç dinamiklere bağlıdır bu ayrı bir konudur. Bir cümle ile özetlenecekse; Allah ve Rasulünün değer verdiği (Evrensel) sıfatlara sahip olan (herhangi bir inançtaki) milletler süreçleri yönetirler denebilir. (Baknz. çöküşyükselişdiriliş sayfası) إِن يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِّثْلُهُ وَتِلْكَ الأيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَتَّخِذَ مِنكُمْ شُهَدَاء وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ“Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.” Ali İmran/140 (Diyanet vakfı meali) “Peygamberler için “Günler” belirleyebilir miyiz?” diye düşünecek olursak şu ve benzeri cümleler sanırız yadırganmaz. Hz.Nuh‘un, “Deli!” ithamlarıyla her gün eza eden toplumundan çektiklerine karşı, tükenme durumundaki beşeriyetiyle: “Ben mağlûb acil yardım!” (Kamer/10) şeklindeki yakarışı, 950 yıllık ömrünün içindeki çile tufan ve necat günleri. Hz.İbrahim‘in ateşler içine atıldığı , Hz.İsmail’in adak ilan edildiği sonra kurbanlıkla ve Kabe inşasıyla şereflendirildikleri; Hz.Yakub’un Yusuf’a hasret çektiği gömleğini sürme diye çektiği; Hz.Musa’nın isyankar kavmiyle çöllerde 40 yıl geçirdiği, Hz.Eyyüb’ün hastalıklardan Hz.Yunus’un dev dalgalardan halâs ettiği, Hz.Zekeriya ve Hz.Yahya’nın katledildiği, Hz.İsa’nın çarmıha gerilmek istendiği Makam-ı semaya alındığı; kimi acı kimi neşat günleri. Hz.Yusuf’un da günleri vardı. Peygamberimizin hayatı zaten baştan aşağı; O Nur insan gibi, imanla şereflendikçe, gökteki yıldızlar gibi nuranîleşen insanlarla dolu günlerle dopdolu. Ne var ki Mevlid-Doğum günü, ilk vahiy ve tebliğ günleri, Hüzün ve çile günleri, Mirac ve Hicret günü, Bedir Uhud Hendek Huneyn, Hüdeybiye ve Mekke Fethi ile “Rafîk-i âlâ günlerini hatırlatabiliriz. Ve “Bizim günlerimiz!” – Her Müslümanın “Bir anımı anlatayım!” diye hafıza merkezinden gelen bir sinyali alıp dile getirmeye çalıştığı o bir günü! Ya da arşivin en uzağına itmeye bastırmaya unutmaya çalıştığımız hacâlet uyaran günlerimiz. drmavi diğer yazılar yazilardrmavi-1/ yazilardrmavi-2/ |
zihinden kalbe Mir’at-Adese 12 LİSÂN-I HÂL O’NSUZ HÂL MUHÂL SOHBET-İ CÂNÂNDIR O HÂL Allahım! Katındaki en makbûl en mahbûb hâl ile hâllendir. “لا تحزن إن الله معنا” Tasalanma Allah bizimle beraberdir. (Tevbe/40) “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَّكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَإِن تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ” “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının tedbirli olun. Ama affeder, kusurlarını örter hoşgörülü ve iyi davranırsanız, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Tegabün/14) DERT-HASTALIK. İRADEMİZİN PAYI VAR KENDİMİZE YÖNELMELİ DERT-HASTALIK GÖRÜNEN ACI BİR YÜZE ASLINDA GÖRÜNMEYEN PEK ÇOK GÜZEL YÜZE SAHİPTİR DERT-HASTALIK, HAYAT VE AMAÇ FARKINDALIĞINI SAĞLAR GAFLETİ PARÇALAR DERT-HASTALIK, HAYATIN FAYDASIZ GEÇMESİNİ ÖNLER SEMERELENDİRİR DERT-HASTALIK DAKİKALARI İBADET SAYILIR DERT-HASTALIK, DUA İÇİNDİR. DUA DERT-HASTALIK İÇİN DEĞİL. DERT-HASTALIK, İHLAS İKSİRİ-DUA MAYASI GİBİDİR DERT-HASTALIK NEDEN ŞİKAYETE KONU EDİLMEMELİ DERT- HASTALIK, MEVLA’NIN GÜZEL İSİMLERİYLE SENDE İŞLEDİĞİNİ GÖSTERİR. DERT- HASTALIK, MEVLA’NIN RAHMETİNİN SENİ HUSUSİ ZİYARETİNE VE KUCAKLAMASINA VESİLE SAYILABİLİR “Allah Teâlâ kıyamet günü buyurur: MÜTEŞABİHAT: “Allah’ın eli” “Allah’ın yüzü” gibi Kur’an’da geçen ifadelere “Müteşabihât” denir. Allah, olmuş ve olma ihtimali olan, akla ve hayale gelen her şeyden başkadır, şey olmadığı için hiç bir şeye benzemez, örneği bulunmadığı için hiç bir şeye benzetilemez. Bu ifadeler “Allah’ın Şe’ni, Kudreti Rahmeti cömertliği lutfu himayesi yardımı şeklinde yorumlanır. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=430375 DERT- HASTALIK, GENÇLERE NEDEN RAHMÂNÎ BİR NİMET VE HEDİYEDİR DERT VE HASTALIK CEBRÎ İTİKÂF, LUTFÎ İNZİVÂ, İHSANÎ SIRRÎ TENEVVÜR SAYILIR DERT VE HASTALIĞIN İÇ SÎMÂSINA DİKKAT ET DERT-HASTALIK, SAĞLIK VE HUZURUNU ELİNDEN ALMIYOR, ANLAM VE DEĞERİNİ ARTTIRIYOR, ANLAMANI SAĞLIYOR. DERT-HASTALIK, MÜSTESNA GÜNAH TEMİZLEYİCİSİ, İSTİMDAD DİLEKÇESİDİR DERT-HASTALIK-ÖLÜM ENDİŞE VE EVHAMI DERDİ ARTTIRIR DERT- HASTALIK, ÖLÜM SONRASI İÇİN KENDİ TÜRÜNDEN VE DERECESİNDEN SONSUZ YATIRIMDIR DERT-HASTALIK, ŞEFKAT PSİKOLOJİSİNİ BESLER, AİLE-AKRABA-UHUVVET-MUAVENET İLİŞKİSİNE HAYAT VERİR DERT BELA MUSĪBET, ÇÜRÜKLERİ AYIKLAR HASLARI KORUMAYA ALMIŞ OLUR. DERT BELA MUSİBET, HASLARI DÜNYA ÇAPINDA ÇAPLI VAZİFELERE HAZIRLAR. drmavi diğer yazılar yazilardrmavi-1/ yazilardrmavi-2/ |
kurannuru |
nayikalbim | nayikalbim | turkavaz | nurukuran |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
cepdersdin wordpress |
cepdersdin youtube |
zihinden kalbe youtube |
|
![]() |
![]() |
||
dindersi wordpress |
turkokul | cepdersdin |
cepdersdin |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |